Kafa Açan Yazılar

Uyumsuzluk, Maarifsizlik, Uğursuzluk, Takatsizlik

Hayatımızı yok eden yaşlılık ve mutsuzluk değil, umutsuzluktur.

William Shakespeare

Uzun zamandır bir halt yazasım gelmedi. Gelmedi, çünkü kendimi bataklığa doğru çekmekle meşguldüm. Bir bataklık kırlangıcı gibi hissediyordum, avlanan ve avlayan. Ne batan, ne de çıkan. Basit bir Araf aforizması, basit bir gibi’lik işte.

Kısa bir süre önce uyumsuzluğumun farkına vardım,  kendi söküğünü farkedip dikemeyen bir terzi gibi oldu bu tabii. Kendimi, tüplü televizyon gibi hissediyorum. Köşeliyim, ağırım, çok renkli sayılmam. Entegrasyonu sağlayamıyorum. Bu kozmopolitizasyona, bu multikültürelizme, bu Şark kurnazlığına, bu maskelere, bu sahte gülüşlere, bu lüks düşkünlüğüne, bu kula kulluğa, ürettiğine tapınarak tüketime anlam veremiyorum. Sosyal medyada sağa sola küfürler savurup kendi gazını bir güzel saldıktan sonra umarsızca yarı zamanlı TV programını veya ana akım medyanın türlü haber kanallarını izleyen yaratıklardan bıktım! Herkes bir şeylerden şikayetçi, ama rahatından feragât eden kimse yok. Çünkü “bana dokunmayan yılan bin yaşasın“dı. Çünkü ne kadar sağda solda sövsen de, paran kadar konuşuyorsun sayın maskeli p*ç. O parayı alamadığında susacaksın. Biliyorum. Sen de çarklardan bir yer kapacaksın aç kalır kalmaz. “Tok yaşamak, şerefli yaşamaktan yeğdir” değil mi sayın şerefsiz? Ben bu yapbozun bir parçası gibi değilim, anlıyor musun? Olamıyorum.

Maarifsizmişim, bunu çok geç öğrendim. Cehaletin en dipsiz kuyusunda hapsolmuş bir Yusuf gibiymişim. İnsanları kendim gibi sanan, kendinden çok başkalarının dertleriyle dertlenen Yusuf… Şimdi Yusuf gibi o kuyuda yalnızım, ama Yusuf kadar aziz değilim, bilirsin beni. -Hatta beni senin kadar kimse tanıyamaz.-Bu hikayelerin hiçbirine inanmayan bir mürtedim aslında.  Ne günah işlediysek yarı yarıya ya, bu yüzdendir ki Törüngey’im, Eje’siyle yere yollanan… Ama Eje’mi kaybettim ve şimdi, Sisyphos gibi çaresizce yeraltı ülkesinde o lanet kayayı yuvarlıyorum ki kahrım dinsin -ki tepeye hiçbir zaman varamadım.- Şu anda da farkettim ki; tam bir paradoks içindeyim. Cahil, cahil olduğunun farkına vardığında hâlâ cahil midir? Bence bu farkındalık, 1984’e ters: “War is Peace, Freedom is Slavery, Ignorance is Strength” Ve ben, o kayayı yuvarlayacak kadar güçlü de değilim, bunun farkında olduğum için mutsuzum da. O zaman dünya üzerindeki en büyük cahil benim. Maarifim bu kadar, zaten sen anla yeter. Gerisi pek umrumda değil.

Ezelden beridir uğursuzum bir kara kedi gibi. Bunu biliyorsun zaten. Elimi attığım yer her daim çoraklanmıştır. Sen de haklısın dönmemekte, hatta sövmekte: “Bu uğursuz adamı kim ne yapsın? Sürekli aptal seçimler yapan, her seferinde kendini yıkmaktan ileri gidemeyen bu herifi kim ne yapsın?” demekte haklısın. Susmakta haklısın, ama üzülmekte değil. Üzülmek benim işim, ben berbat ettim ya her şeyi… Ama korktum işte. Beni o yapbozun parçalarına dönüştürmeye çalıştın! Beni değiştirmeye kalktın sen. Sevdiğin adam olmayacaktım ki o saatten sonra. Maskeyle yaşayamıyorum ben, sana dahi sahte olamam. Anlayamadın bunu…

Ağır ağır çıkıyorum şimdi bu merdivenleri… ve takatsizim. Her gece şerefine içmekten başka bir bok yapamıyorum. Başlama şimdi “bırakacaktın”a falan. Seni anlık unutmama yardımcı olan tek şey o. Hem, içmemi falan düşünme. Nasıl olsa ben keyfimden gitmiş gibi görünüyorum gözünde, ama sen de bir kez olsun dur diyebilseydin keşke… Altın misali ağırlığınca gururun altında ezilsek de, bunun yüzünden birbirimize bir daha dönüp bakmayacağımızın farkında da olsam, bu mektubu sana bırakıyorum… Belki ilk sen okuyacaksın, belki de kafanı çevirip görmemiş gibi yapacaksın. Belki herkes doğru, ben yanlışım. Yani, belki de doğru olanı sen yapıyorsun daha da uzaklaşarak…

Ben, Uyumsuzum, Maarifsizim, Uğursuzum ve Takatsizim.

Bunu kendime kendim yaptım.

Ben, sensizim

Bu içeriği de beğenebilirsiniz

Ufak Bir Yolculuk “Gibi”

Gibilerden Gibi

Nasılsınız? Ben hep gibi gibiyim. Gibiler kadar muğlak, gibiler kadar erken davranılmış ve bir o kadar geç kalınmış. Neden mi gibiyim? Çünkü esasında her şey gibidir. "Kesin" kalan bir şey var mı? Keskinlik, mesela; darbe alıp körelene kadardır. Bu yüzden hep muğlak ve gibi'yiz işte... Mekan-ı daim Araf, kaldık hep bitaraf...

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu