Kafa Açan Yazılar

Oğuz Atay’a Dair

Hayatıma Lise 2.sınıfta bir kitapçıda kitaplarını incelerken girmişti adın. Sonrasında Korkuyu Beklerken’ini okudum ve sonrasında baş rollerinin sana hayran olduğu Poyraz Karayel dizisiyle tanıştım. İyi ki o gün o kitapçıya gitmişim iyi ki hikayeni merak etmişim ve iyi ki bu dünyadan geçmişsin güzel adam.

12 Ekim 1934’te Kastamonu İnebolu’da doğmuştur. Babası hukukçu ve milletvekili Mehmet Cemil Atay, annesi Türk bir baba ve Fransız bir anneden doğma Muazzez Zeki Hanım’dır. Ted Ankara Koleji ve İTÜ İnşaat Fakültesi mezunudur.
Mühendis olunca mekanikle uğraşınca edebi yönleri biraz zayıf olur diye bekliyoruz ama onların da bir kalbi, güzel sözleri, şiirleri, yazıları var.

1960’lara kadar çeşitli dergilerde yazılar yazmıştır. Tutunamayanlar’ın yayımlanmasından hemen önce TRT 1970 Sanat Ödülleri Yarışmasını kazanarak tanınmıştır.
Tutunamayanlar yayımlandıktan sonra ise bambaşka bir etki oluşturmuştur. O dönem yaygın olan köy romanları ve toplumsal kaygıları öne çıkaran romanlardan uzaklaşarak okuyucuyu çok başka dünyalara götürmüştür.
Oğuz Atay bu romanda kişiyi ve kişinin iç dünyasını çeşitli post-modern teknikler kullanarak ön plana koymuştur. Yazarımız yazılarında önceliğini, kendisiyle sürekli hesaplaşma halinde olan bireye yöneltmiştir. Ve bunu yaparken kullandığı en etkili yöntemlerden biri de ironi olmuştur.

Peki neydi bizi bu kadar Oğuz Atay’a bağlayan? Onu çok seven insanlarla bir dünya oluşturup sadece onun sözlerini kullanarak bir hayat inşa etme isteğimizi ortaya çıkaran?

Belki anlatacak çok şeyimiz varken aslında hiçbir şey anlatamaz bir halde bulunmamızdı. Belki de anlatsak bile anlaşılamayacağımızdandı. Biz bu durumdayken onun da eserlerinde bizim gibi insanlara yer vermesiydi belki de. Hatta bizi gülme krizlerine sokup mizahına aşık etmesi de olabilirdi. Ama bu mizahı anlayabilen avuç kadar insan olmaktı. Yoksa gerçek mesleğinin mühendislik olması mıydı? 😊 Belki de hiç biri…

Onun ülkemizdeki gidişatı anlatma dili, okuyanı sarsacak cinsten oluşturduğu karakterleri ve daha nice özellikleri bizi kitaplarındaki birçok satıra hapsetti aslında. Öyle bir hapis ki bu kimsenin kurtulmak istemediği, daha fazla kalmak için daha fazla okuduğu hatta kimimizin müebbet yatmayı bile göze alacağı bir hapis.
Büyük usta şu kısacık ömründe, canın her istediğinde okuyup her seferinde aynı keyfi alabileceğin bir eser bırakmıştı: Tutunamayanlar… Bu hepimizin öyküsüydü, hepimizin iç döküşü, hepimizin can sıkıntısıydı.

Atay, Canım Selim derken Selim’in hepimizin Can’ı olacağını bilmiyordu belki de. Kendine bile yabancı insanların bir gün bir kitapta kendisiyle konuşacaklarını da bilmiyordu. Hatta hayal dünyalarında onunla dost olacaklarını da. Fakat onun bu dünyada yıldız gibi parlamasının üzerinden seneler geçti, biz onun kitaplarının geçtiği bir dizi izler olduk. Poyraz Karayel’di bizim gönlümüzdeki sevgiyi tekrar canlandıran. Kitaplarından alıntılar yapıp bizi çocuk gibi neşelendiren. Mizahını büyük ustanın mizahına benzetmeye çalışan. İşte Poyraz Karayel orada bir araya getirdi tutunamayanları. Orada kucakladı hepsini.

Tıpkı Reha Yünlüel’in dediği gibi:
“Ya, tutunamayanlar
Sımsıkı tutunsalardı
Birbirlerine? ”

Poyraz Karayel’den sonra öyle tutunamadık. Yeniden tutunabileceğimiz günleri, yarınları bekliyoruz umutla.

Oğuz Atay hakkında kapsamlı bir monografi yazmış olan Yıldız Ecevit onun yaşamının 3 evreye ayrılabileceğini söylemiştir. Bu evreler; gençlik, evlilik ve yazarlık. Sonuncu evre ona yoğun karamsarlıkla beraber ciddi bunalımlar yaşatmıştır. Bu bunalımlar 1976’da hastalanmasına ve ilerleyen süreçte beynindeki tümör nedeniyle hayata gözlerini yummasına sebep olmuştur.

Şairler dertten, tasadan, anlatamamaktan, anlaşılamamaktan hatta ve hatta en çokta yalnızlıktan erken ölür derler. Nitekim 47’sinde aramızdan ayrılan Cahit Zarifoğlu, 58’lerinde bize veda eden Turgut Uyar ve Edip Cansever bu tanımlamaya en iyi örneklerdir. İşte Oğuz Atay’da öyle erken sayacağımız bir yaşta 43 yaşında aramızdan ayrılmıştır.

Değerli Oğuzcuğum Atay’la ilgili bir yazı yazmayı hep çok istemiştim ama kendimde yeterli donanımı bir türlü görememiştim. Hâlâ görmüyorum ama bir arkadaşımın desteğiyle daha az eksikle yazabilmiş olmaktan çok mutluyum. Bu yazının hazırlanmasında benden çok emeği bulunan Ayşegül Erdem Hanımefendi’ye sonsuz teşekkürlerimle.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu