Kafa Açan Yazılar

Yaradanımız | MEDYA

   “Güncel olaylardan hoşlanmıyor değilim,
     ama o kadar çoklar ki yetişemiyorum.”

     Size de “yetmiyor” mu?  Belki şarjınız, belki zamanınız, belki uykunuz, belki okuduklarınız belki de kendiniz için yaptıklarınız… Sizce de artık “yetmiyor” mu? Sürekli başka bir arayış içerisinde, daha fazlasını edinme gayretinde değil miyiz hep beraber?  Her türlü imkanın sınırsız bir hal aldığı şu zamanlarda, neden sürekli bir şeylerin eksikliğinden bahsediyoruz?

     Yetmek kavramı, hayatımızın her alanına her şekilde uyarlanabilir. Bizler almak istediklerimize paramızı yettiremeyebiliriz , yapmak istediklerimize zamanımız az gelebilir, bir yerlere geç kalırız, daima az uyumuşuzdur ya da gün içinde mutlaka bir arkadaşımızı çevresinden şarj aleti isterken görürüz. Bunlar bolluk içinde yokluk durumunun en sık rastlanan göstergeleridir. İnsan hayatında yetmemek kavramının kendini en güçlü şekilde hissettirdiği zaman “medya”nın insan hayatına girmesiyle olmuştur.
Medya insan hayatına ne zaman girmiştir diye bir soru belirmeli hemen akıllarda. Televizyonla mı, gazeteyle mi, telefonla mı yoksa internet ile mi? Aslına bakarsanız bunlardan hiçbiriyle değil, insan hayatına medyanın ilk girişi alfabelerin keşfedilmeye başlanması ve yazının bulunmasıyla olmuştur ve insanoğlu ilk kez o an fark etmiştir ki artık her şeyi aklında tutmak zorunda değildir, bazı şeyleri yazılı olarak saklayabilmek, bu bilgileri zihninde barındırmamasını sağlar ve artık daha fazla bilgi öğrenmek, duymak, düşünmek onu yoran bir durum olmaktan çıkmıştır ve böylece artık günlük yaşamdaki bilgileri ona yetmemeye başlar. Hal böyle olunca bu yetmemezlik ve bilgilerin artmasıyla insanın sınırları da genişlemeye başlar ve insanoğlu durmayacak, keşifler üstüne keşifler yapacaktır, telgrafı, gazeteyi, radyoyu, televizyonu, telefonu, bilgisayarı, interneti bulacaktır. Her bir yeni buluşla medya araçlarının hedef kitlesi daha da büyüyecektir ve daha fazla insana ulaştıkça global bir dünya meydana gelecektir.
Günümüzde bu konuyla ilgili en sık karşılaştığımız cümlelerden biri ” Önceden bu kadar kolay mıydı bunu öğrenmek/araştırmak? Evinde ansiklopedisi olan bile az insan vardı, biz ödev yapmaya onlara giderdik, şimdi internet var internet, her şeyi dakikalar içinde bulabiliyorsun.” Evet, çok haklılar her türlü bilgi bulunabilir oldu. Ancak bulunabilir, ulaşılabilir olan tek şey bilgi mi? Dünyanın her yerindeki insanlara, mekanlara, kıyafetlere, her türlü araç gerece ulaşmak da bir hayli kolaylaştı. İnsanların birbirini bu kadar kolay bulabilir olması medyayı çok daha güçlü bir silaha dönüştürdü.
      Medya karizmatik bir araçtır ve insanların üstündeki yaptırım gücü küçümsenemeyecek derecededir. Öyle ki yasama, yürütme, yargıdan sonra gelen dördüncü en büyük güç olduğunu ifade eden insanlar mevcuttur. Yukarıda bahsettiğim tüm gelişmeler, insan değişiminin bir sürecidir ve insan değişimini tetikleyen şey “duyu algılaması değişimi”nden başka bir şey değildir. Duyu algılamasının değişimi ancak onu etkileyen güçlü bir karizmayla mümkün olduğuna göre bu kahramanın kim olduğu aşikar.
     Nedir Bu Değişimler?
     Medyaya verilen en büyük dönüt, yetmeme durumudur, bundan tekrar bahsetmeyeceğim. Medya, bir çevreyi zorunlu kılar, çünkü medyanın en temel unsuru ‘hedef kitle’dir, hedef kitlenin geniş tutulması medyanın amacına hizmet etmesini sağlamak için çok önemlidir. Bir çevreyi zorunlu kılmakla beraber, bu çevre içinde bir rol oynama ya da bir statü edinme arzusu kaçınılmazdır.
Statü edinme arzusu ve rol oynama gayesi, özellikle genç kesimde genel bir profil değişikliğine sebep olmaktadır. Bir hedef ve amaç doğrultusunda bir şeyler yapmaktansa, bahsettiğimiz kitle içerisinde bir rol oynamak asıl olay ve gaye olmuştur. Bu amacı olmayan bir sürü insan yaratır. “İnsanın en yüce amacı, hiçbir amacı olmamasıdır. Böylece işleyiş bakımından kendimizi doğayla bir tutabiliriz.” demiş John Cage.
Evet, medya insanı yaratmakta, bu rol, amaç, hedef çatışmaları altında insan bir “benliğini arama ve bulma” durumundadır ve bu konuda izlediği yoldan ötürü çok yaratıcı keşifler yaptığını söylemek çok da doğru olmaz. Çünkü medya beraberinde yaş grubu ayrımı yapmaksızın ‘özentilik’ duygusunu da getirir. Globalleşme sadece ekonomik anlaşmalarla sınırların kaldırılması, benzer yönetim ve siyaset stratejilerinin yapılması değildir. Herkes aynı giyinmeye, aynı şeyleri okumaya, hatta aynı pozlarda fotoğraf çektirmeye kadar her türlü eylemi ‘özentilik’ duygusu altında gerçekleştirirler. Çünkü bu onların medyadaki konuşmaları ya da kullandıkları dilleridir. Medyada konuşabilmek, bu dili kullanabilmek, sizi çok da zorlamadan iyi nüfuzlu olan bir yere yerleştirir. Bunu başarmak nasıl mümkün olur? Bilginin işlenmesiyle.
Medya kullanıcıları çevrelerini kullanarak, bilgilerini işlerler. Bu bir propagandadır, bilgilerin işlenmesi ve insanların o bilgi doğrultusunda bir yöne doğru yöneltilmeye çalışılması. Ne zaman ki bir ‘reaction’ olur, yani ne zaman ki bir diyalog başlar, işte bilgi işleme o noktada tamamlanmış olur.
      Bir ‘yaradan’ himayesi altında, sınırsız elektronik enformasyonla yoğurulan bireyler kendilerini var etmek ve yer edinmek için sınırsız yolu denerken dikkati başka bir kavrama çekmek gerekir ki bu da zamandır. Zamanın en çok ‘an’ kısmı üstünde duracağım, çünkü medyada elimizde olan, kalan ve daima olacak olan o ‘an’lardır. Herhangi bir medya iletişim aracıyla baş başa kaldığınızda, o an okuduklarınız, gördükleriniz, dinledikleriniz veya eriştikleriniz vardır ve o an gerçekleştirdiğiniz bu eylemlerden herhangi birisi ya da birkaçı sonucunda üzerinde durduğunuz konuda bir duyu algılaması değişimi yaşar, sonucunda içinde bulunduğunuz duruma yanıt olarak bir değişim gösterirsiniz. Fikir değişimi, duygu değişimi, ya da bilginizde bir değişim gibi.  Bu değişimi kontrol edebilmek medya dilinde konuşmaktan çok ‘medyayla konuşmak’ ile gerçekleştirilebilir.
Günümüzde medyayla en iyi konuşan kişiler, elbette insanlığı yönlendirme konusunda başarılı olmuş, yaşadıkları ülke sınırlarını çoktan aşarak, global bir ün kazanmış kişilerdir. Yaşadıkları dönemlerde gündemin çoğunu bu insanlara borçlu olduğumuzu söylemeden geçemeyeceğim. Özellikle sosyal ve siyasi anlamdaki medyatik başarılarını yürüttükleri ‘bilgi savaşları’ ile gerçekleştirirler.

Günümüzde hedef kitleleri etki altına almak istiyorsanız onların karşısına şaşıracakları bilgiler ve unutamayacakları anlar koymalısınız, böylece bahsi geçen savaşı başarıyla yönetmek, medyada konuşmak  ve ‘insan yaratan medya’dansa, medyayı yaratan insanlar olmak gayet kolay olacaktır.

Not: Yazı hazırlanırken Profesör Marshall McLuhan’ın 1967’de kaleme aldığı “The Medium is the Massage” adlı kitap referans alınmıştır.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu