Maksim Gorki – Ana | Oku-Yorum
Rus Devrimine armağan edilmiş bu kitap şu cümleler ile başlıyor:
Fabrikanın o pis kokusu şehrin her tarafından duyulurdu. İşçilerin yaşadığı mahalle, duman ve yağ kokusundan görünmez bir haldeydi. Bu hal, hiç değişmezdi. Mahalledeki hareketlenme, alacakaranlıkta başlardı. Asık yüzlü, yorgunlukları her hallerinden belli olan insanlar; ürkütülmüş hamam böcekleri gibi fırlarlardı virane evlerinden. Bu koşuşturmaca, makinelerin boğuk hırıltısı işitilene kadar sürerdi.
İşçilerin yoksulluk ve yorgunluk dolu hayatına hoş geldiniiiz.
Ana kitabı Maksim Gorki’nin en önemli eseridir.
Gelin biraz Gorki’den konuşalım,
Bu arada “Gorki” gerçek soyadı mı dersiniz?
Hayır, yazarımızın gerçek adı Aleksey Maksimoviç Peşkov’dur.
Gorki soyadını acı dolu yaşamından dolayı almıştır. Rusçada acı anlamına geliyor “Gorki”.
5 yaşındayken babasını 11 yaşındayken ise annesini kaybetti. 8 yaşında çalışmaya başladığı için okula gidemedi. Fırıncı çıraklığı, bekçilik, bulaşıkçılık gibi işlerde çalıştı. Ama kendini geliştirebildi ve çok önemli eserler kaleme aldı.
Zaten okumamakla cahil olmak farklı şeyler değiller mi?
Her neyse.
Maksim Gorki, sosyalist yazımın öncüsüdür. İdeolojik bir yazardır ve tabii ki eserleri de bundan etkilenmiştir.
Kitabı okumaya başlarken ön yargılarınızı lütfen kapının önünde çıkarınız.
Yoksul, çalışmaktan düşmüş insanlara kendi doğru buldukları şeyleri anlatmaya çalışan gençlerin ve onların yanında her zaman destek olan bir kadının hikayesi bu.
En önemli karakterlerimiz Ana yani Pelegeya ve oğlu Pavel. Pavel, akıllı ve çalışkan sosyalist bir genç. Ana ise oğlunu çok seven güçlü bir kadın.
“Niye okuyorsun bunları?” diye sordu.
“Gerçekleri öğrenmek istiyorum da ondan!” dedi serinkanlı bir sesle, Pavel.
Pavel, kendini doğru bulduğu yola yani sosyalizme adar. Devrimci bir gencin rol modeli aslında. Yazar biraz da mesajlarını bu yolla iletmiş. Devrimci bir genç asla boyun eğmemeli, ölümü göze alabilmeli, korkmamalı, halkını sevmeli, okumalı, gerçekleri hangi koşulda olursa olsun anlatabilmeli. Ki zaten kitapta şiddet görürlerken bile gerçeklerini bağırıyorlar.
Ana karakteri ise benim gerçekten çok beğendiğim ve unutmayacağım karakterlerden. Her şeyden bağımsız oğlunu seven güçlü bir kadın. Her şeyden önemlisi kadın ve anne. Medyada genelde kadınları aşk peşinde ve güçsüz tarafta görüyoruz ne yazık ki. Bir kadının başta ve güçlü olması beni çok mutlu etti.
Diğer bir konu ise ideoloji propagandası. Jack London’ın kitaplarındaki gibi dişli ve karşı tarafa karşı sert bir savunma olmasa da elbette sosyalizme övgüler ve yazarın kendi tarafına çekme çabası mevcut. Oldukça yalın ve düzgün bir üslupla yapmış bunu yazar. Çok rahatsız edici bir durum değil bence. Zaten yazarın kendi düşüncelerini okumuyor muyuz kitaplarında?
Böyle kitapları anlamanın biraz güç olduğunu düşünüyorum kendi adıma. Yazar direkt bu doğrudur tarzında savunmamış görüşlerini; sorgulatmak istemiş. Dili yalın ancak dediğim gibi biraz odak isteyen bir kitap.
Dönemin siyasi durumuna, insanların yaşantısına, gençlerin dava maceralarına tanıklık edeceğiniz ve bence okurken keyif alacağınız bir kitap.
Okumanız ve sonra tekrar okumanızı öneririm.
Şimdiden iyi okumalar dilerim.