Kafa Açan Yazılar

Er Mektubu Görüldü! ‘’Hasretin Keskinliği’’

‘’Önce sesin gelir aklıma

Çaresiz kaldıkça hep seni düşünürüm

Güzel olan, dolgun başaklardaki sarışın sevinçli

Sonra cumartesi günleri gelir

Bir yağmur yağsa da beraber ıslansak’’

(Turgut Uyar / Senfoni)

Sevgili çakıl taşı;

Sensizliğe düştüm düşeli deniz ortasına düşmüş bir taka gibiyim. Bir o yana, bir bu yana, sürüklenip duruyorum. Sonra, ben, bir anda senin de bir taka olup, beni limanda beklediğini düşündüm ben. Bekliyorsun değil mi?

‘’Takalar gıcırdaşırlar, insanların seviştiği gibi’’ demişti bana bir ‘’imgeden gemi’’. Limana yanaşsam, gıcırdaşabiliriz tekrar değil mi? Ben, sana varmak için denizi aşacağım, sen yeter ki bekle.

Biliyor musun, denizin ortasındaki bir taka, limana bağlı olan taka kadar özgür değilmiş. Yalnızlık, asla ve kat’a özgürlük değilmiş. Aldanıyor gibiymişiz sevgilim. Denizin ortası hapis, denizin ortası sonsuz, ben bu uçsuzlukta daralıyorum. Çünkü, sen yoksun, gözlerin yok nefesin yok, koynun yok…

Denizin ortasında bir takayken , bir anda gözlerimi yumasım geliyor hapşırır gibi. Gözümü açtığımda kendime bakıyorum. Kocaman pençelerim var, kocaman bacaklarım. Güzel ışıl ışıl bir yelem var, kekin ve sivri dişlerim var. Evet, bir aslanım. Aslında aslan gibiyim. Gibi’liği burada boynuma yükleyen pek nadide eserimiz: tasma! Tasmam olduğu yetmiyormuş gibi bir de kafesteyim canımın içi, sirkten sirke geziniyorum.  Sana soruyorum çakıl taşı; özgür olmadıktan sonra, aslan olmuşuz neye yarar? Kafeste olan her canlı – hatta cansız- varlık eşittir. Bu tavşan da olsa, kuş da olsa, aslan da olsa, goril de olsa değişmez ki! Denizin ortasında bir başına kalan takayla kafesteki aslan arasında fark göremiyorum ben. En çok neyi özledim biliyor musun? Şarabımdan yudumlanırken gözlerine uzanıp yüreğinden öpmeyi… Bu, benim için bir nefes gibi bir şey ve nefesim daralmaya başladı bir tanem. Hasret, keskin. Gibi değil, hem de hiç değil.

Senin için riske girip kanunsuz işler de yapmaya başladım burada. Sesin hayatım. Sesin benim için çocukluğumda en sevdiğim oyuncaklar gibi değerli. Şiir okurken ki kayıtlarını dinliyorum: ‘’ Tel cambazı istiyordu ki, dünya onun istediği gibi olsun. Bile bile aldanmaya vardırıyordu işi ama olmuyordu, kendisi vardı.’’ diyorsun ya, ben de ‘’ dedim ki ne iyi bu kadındır gecenin yarısında. Etleri var, beyaz, gergin. Sıcaklığı var öp öp ısın…’’ diye devamını getiriyorum ezberlediğimden. Sevdamız sanırım, Turgut Uyar’ın ki gibi…

Güzelliğim, ay parçam… ‘’Sorma ne haldeyim. Sorma kederdeyim… Sorma, yangınlardayım zaman zaman. Sorma, utanırım. Sorma, söyleyemem. Sorma, nöbetlerdeyim, başım duman…’’Sen aklıma geldikçe bu parçayı mırıldanıyorum. Rica etsem, hislerimi duyabilmek için bu şarkıyı Ayşegül Aldinç’ten dinler misin? Sen hep beni hissetmekte ustaydın ve hala öyle olduğuna inanıyorum.

Bu hasret keskin, evet fakat bu hasretin biteceği de bir o kadar keskin bir tanem. En kısa zamanda tekrar kavuşacağız ve ben sana Yemen Türküsü’nü okurken uykuya dalacaksın. Sen uykuya dalınca -her zamanki gibi- seni, kanatlarından öpeceğim.

Seni seviyorum çakıl taşı…

“Sin” ya da “gibilerden gibi”

 

Gibilerden Gibi

Nasılsınız? Ben hep gibi gibiyim. Gibiler kadar muğlak, gibiler kadar erken davranılmış ve bir o kadar geç kalınmış. Neden mi gibiyim? Çünkü esasında her şey gibidir. "Kesin" kalan bir şey var mı? Keskinlik, mesela; darbe alıp körelene kadardır. Bu yüzden hep muğlak ve gibi'yiz işte... Mekan-ı daim Araf, kaldık hep bitaraf...

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu