Çin’den Osmanlı’ya Yüz Okuma Sanatı
‘İnsanın yüzüne bir bakayım ne hissettiğini anlarım ben’ diyenlerden misiniz?
Birçoğumuz öyledir. Karşımızdaki insanın yüz ifadesinden ne hissettiğini, ne düşündüğünü ve hatta ne diyebileceğini tahmin edebiliyoruz. Gerek mimiklerimiz gerek ani bir refleks duygularımızı, düşüncelerimizi ele verebilir.
Peki sadece düşüncelerimizi veya duygularımızı mı?
Antik Çin Medeniyeti’nde de bunu düşünmüş olacaklar ki yüz okuma sanatı üzerinde birçok çalışmalar yapmışlar.
Aslında bu çalışmaların asıl yapılma nedeni ‘kadınlara dokunmanın’ yasak olması. Doktorlar muayene dahi edemedikleri kadınların hastalıklarını teşhis etmek için geliştirdikleri yüz okuma sanatı amacına ulaşmış görünüyor ki zamanında birçok isabetli teşhis yapılmış ve bu sanat dalı fizyoloji bilimi olarak dünyada yerini almış.
Aristo, Antik Yunan’da fizyonomi üzerine yazdığı kitapta yüz, beden ve sesin fiziksel özelliklerini inceledi. Homer ve Hipokrat yüz okuma hakkında yazılar yazdılar. Ortaçağ’da fizyonomi ile birleştirilen astroloji ilahi sanatların bir parçası oldu.
Doğu kültüründe ise yüz okumayı, Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın, 1756 yılında yazdığı Marifetname’sinde görüyoruz. 18. ve 19. yüzyıllara gelindiğinde Avrupa’da potansiyel suçluları bulabilmek için kullanılan fizyonomi, 20. yüzyılda batıl bir inanç olarak görüldü. Bugünse psikanalizde, istihbaratta, yönetimde ve iletişim alanında etkili olarak kullanılıyor.
Fizyoloji bilimi Osmanlı’da “İlmü-I kıyafet’ül beşer” ve “İlmü’l feraset” adıyla anılır. Ayrıca dış görünüşün iç dünyayı yansıttığı düşüncesiyle yazılan kıyafetnamelerin en ünlüsü Hamdullah Hamdi’nin ‘Kıyafetname’ eseridir.
Kıyafetnamelerde parmaklar, dişler, burun, dil, dudaklar, tırnaklar, kulaklar, benler, saçlar, hatta tüyler; renk, şekil, kalınlık ve incelik bakımından anlamlandırılır.
Dalgalı saçlar inatçılık, kıvırcık saç da koyun gibi bir bağlılığa işarettir. Ucu kalkık burun hayalcilik ve gurur göstergesidir. Kumral, siyah saçlar, siyah gözler övülürken bu özelliklere sahip kişilere akıllılık, sabır, zekâ gibi nitelikler yakıştırılır. Küçük baş azgınlık, büyük başı akıllılık olarak tanımlarlar.
Gerek Aristo gerek Hipokrat gerekse ünlü divan düşünürleri başarılı bir şekilde bu özellikleri tanımlamışlarsa da ben asıl işin gözlerde bittiğine inananlardanım. Sonuçta ne demiş şair;
‘Göz, bazı dimağların penceresi, bazılarının dürbünü ve bazılarının da aynasıdır.’