Shadow Of The Colossus Remake | İnceleme
Team Ico firmasının 2001 yılında, PS2’nin ilk zamanlarında çıkardığı ve kendi firmasının da ismi olan ICO adlı oyunundan sonra, 2005 yılında Shadow of the Colossus‘u çıkarmaları ardından, oyun tarihine bu oyunun adını altın harfler ile yazdırmayı başardılar. O zamanlar daha beynim bile yeni oluşmaya başladığı için, 2001 yılında ICO çıktığında tansiyon neydi, bu oyun ne kadar tuttu ya da tuttuysa Shadow of the Colossus kadar ilgi gördü mü emin değilim ama hiç sanmıyorum. Team Ico kendini oyun dünyasına Shadow Of The Colossus oyunu ile klasikler arasına soktu.
Öyle ki; 2007 yılının E3 fuarında duyurdukları The Last Guardian oyunu bile yıllarca ertelenip yılan hikayesine dönmüş olsa bile, her yeni bir videoda bekleyenlerini çılgına döndürüyordu. İlk başta PS3 için duyurulup sonra iptal oldu düşüncelerine yol açacak kadar uzun bir süre sessiz kalınca Team Ico, 2015 yılının E3’ünde hiç beklenmedik şekilde bir gameplay videosu ile sürpriz yaptıklarında yürekler ağza geldi ve neredeyse mutluluktan duygusallaşıp ağlayanlar bile olmuştu. Sanırım olmuştu. Emin olamadım. Ama çok büyük bir mutluluk yaşandığı aşikardı.
The Last Guardian, Team Ico’nun 3. ve son oyunu idi. Bu oyunların ve firmanın başındaki adam Ueda, The Last Guardian ile bu tür oyunlara son vereceğini ve artık başka türe yöneleceğini açıklaması ile The Last Guardian oyunu, isminin hakkını ve atmosferini bize çıkmadan ne yazık ki vermişti. Öyle de oldu. The Last Guardian’dan sonra Team Ico tamamen dağıldı ve adını unuttuğum bir firmada kendilerini toparladılar. Sanırım artık Sony’nin çatısı altında olmak yerine, kendi başlarına hareket edecekler. Ueda bir FPS oyunu yapacağını açıklamıştı. Bu açıklamasının ardından gerçekten de artık bu tür Platform, bulmaca ve adventure tadında olan oyunlara son verdiklerini resmen ilan ettiler.
Biz de The Last Guardian’ı “Ne yazık ki silahtaki tek kurşun beyler ve bayanlar” diyerek tadını çıkara çıkara oynadık, bitirdik ve ağladık. Ben oyunun sonunda ağladım sizi bilemem.
Ve sonrasında artık bu tür oyunların öldüğünü biz de resmen ilan edip, günler ve aylarımızı geçirirken 2017 yılının E3 fuarında o sürpriz duyuru ile beraber hepimiz yükseldik. Evet o duyuru Shadow of the Colossus‘un remake’i idi. Daha önce çıkmış oyundu ama olsun, artık bundan sonra çıkmaz, öldü bu tür dediğimiz bir oyunun grafiklerini yeniden günümüz grafikleri ve görselliğine getirmeleri bile şaşırtıcıydı. Heee dürüst yazayım ben o kadar yükselmedim.
Hatta bir kaç dakika sonra “Bir dakika yaaa ne gerek vardı abi” diye hafif bir isyan bile ettim. Evet piyasada daha dünkü gübrenin kıçı kırık remasterları cirit atıyor farkındayım ama Shadow Of The Colossus zaten dönemi içinde sağlam grafiklere sahipti ve bu yılda bile ben yenilenmesi gerektiğini düşünmüyordum. He oyuna yeni başka içerik ya da Colossus koysalardı tamam anlardım. Ama durum sadece grafik iyileştirilmesinden ibaret. Ben açıkçası PS2’de çıktığı haliyle de yine oynardım. Ama madem duyuruldu PS4 için, o zaman beklerim deyip elimdekini oynamayı bırakmıştım.
Sonra oynarken şu lafları söyledim; “Yok lan gerek varmış aslında”. E3 videosundan sonra dediğim o lafları tamamen geri aldım. Nedenlerini de yazacağım sonra.
He ne kadar pek yükselemesem bile gittim ön sipariş verdim PSN’den. Hatta ilk defa ön sipariş verdiğim oyundu.
Ön siparişi verdikten sonra şunu düşündüm ama; “İyi de ben nasıl inceleme yapacağım, zaten 14 senelik oyun, klasik de bir oyun, oynayan oynadı, hikayesi, mekanikleri, bossları cartı curtu biliniyor bunun, sadece grafiklerin nasıl olduğunu yazamam ki ben, baya kısa olur.” diyerek. O zaman incelemeyi kısa tutacağım sanırım diye düşünerek bekledim, oyun çıktıktan sonra şunu fark ettim; bu oyunun daha ne olduğunu bile bilmeyen büyük bir kitle var. Hani ben sandım ki klasik diye herkesin zaten lep demeden Çorum’u anlayacağı bir oyundur falan. Ama öyle değilmiş. Sevindim açıkçası, o zaman incelemesini yazıp sizlere bu oyunu tanıtmak konusunda bana mazeret olmuş oldu.
Hazırsanız artık incelememize geçelim. Çok uzun tutmayı düşünmüyorum aslında.
HİKAYE
Hikayemiz, Wander adında bir çocuğun daha öncesinde duymuş olduğu yasaklı topraklara doğru atı ile birlikte yola çıkması ile başlıyor. Kendisi ve atı dışında bir de at üzerinde tuttuğu ve ölü halde bulunan bir kız vardır. Bu yasaklı topraklara gitme amacı ise o kızı hayata döndürmek içindir. Gidilmesi yasak olsa bile, ana karakterimiz yoluna ağır ağır devam ederek (Harbiden ağır ağır) o yerin tapınak gibi varimsi yerine ulaşır ve kadını adını nasıl adlandıracağımı bilemediğim bir taşın üstüne koyar.
Sonrasında ise Dormin isimli, gizemli “Tanrımsı” bir varlığın sesini duyarız ve ana karakterimiz Wander ile aralarında geçen diyaloglar sonucu bu kızı canlandırmanın imkanı olmadığını öğreniriz. Daha sonra taşıdığımız “Kadim Kılıç” olarak adlandırılan kılıcı fark edince “Bak belki bir şeyler olabilir, ayarlarız bir şeyler” ihtimaline getiren Dormin’in, kızı canlandırmadan önce şartı olur. Durdukları bölgedeki 16 tane heykelin hepsini yıkmak. Lakin basit bir ölümlünün bu heykelleri yıkabilme ihtimali yok gibi bir şeydir. O yüzden bu heykelleri yıkabilmesi için, hepsinin temsil ettiği “Colossi” olarak adlandırılan dev yaratıkları öldürmesi gerekiyor. Böylece o heykelleri yıkmanın anahtarı, temsil ettikleri yaratıkları öldürmekten geçiyor.
Ama tabii ki, bu hayata döndürme olayının ağır bir bedeli de olabilir diye de ayrı bir parantez de açıyor Dormin. Yani oyun diyor ki “Bakın sayın seyirciler, girişindeki havadan da anlamadıysanız yine söylüyorum; bu hikayede bir trajedi yaşanacak”. Ama ana karakterimiz Wander “Amaaaan önemli değil, yaparım ben” diyerek bu bedelin ne olacağını ve nasıl sonuçlanacağını hiç umursamadan koyuluyor Colossi’leri kesmeye. Ve bu kadar. Evet.
Niye bu kadar çünkü bundan sonrası spoiler.
Çünkü bu giriş kısmından sonra bahsedebileceğim bir hikaye gelişmesi yok. Bundan sonraki gelişme direkt spoiler. Yani 16 tane Colossi’yi kestikten sonra oluyor. Yani oyunun sonlarında. Orada da ne olduğunu yazmayayım bence.
Ama şunu yazayım; bu bir trajedi hikayesi. Girişinden de baya bu atmosferi zaten veriyor oyuncuya. Ona göre hazırlıklı şekilde oynamanızda yarar var. Ha zaten trajedi türündeki hikayelere alışık iseniz; o kadar dert etmenize gerek yok.
Hikaye bundan sonra Collosi’leri kesmekten ibaret. Her Collosi kestikçe içlerinden çıkan bir tür siyah sıvımsı ya da ruhumsu ne haltsa size doğru geliyor ve siz de bayılıyor ve ardından da kendinizi yine tapınak gibi yerde buluyorsunuz ve öldürdüğünüz Collosi’nin temsil ettiği heykelin yıkıldığını görüyorsunuz. Bu böyle gidiyor oyunun sonlarına kadar. Bu esnada Collosi kestiğinizde araya giren müzik ve tonlamaları, Colossi öldürdüğünüz için pişmanlık duymanızı sağlayacak şekilde sağlıyor. Çünkü bu Collosi’lerin çoğu pasifist. Çoğu sen saldırmadığın sürece zarar vermeye bile çalışmıyor. Hatta biri var ki sen zarar versen dahi yine kendi halinde takılıyor. Kendi hallerinde yaşayan Collosi’leri bir kız uğruna öldürmen gerçekten doğru bir şey mi, ben bunları niye öldürüyorum, öldürünce ne oluyor, heykeller niye yıkılıyor, Colossi’leri kesmen neden şart gibi kafanızda bir takım teoriler kurarak oyunun sonlarına doğru büyük merak ile gitmeniz de olası.
Ben şahsen Collosi’leri keserken ve kestikten sonra da zerre vicdan azabı çekmedim. Hatta öldürürken “Geber Allah’ın belası!” diye isyan ediyordum. O benle alakalı sanırım bilemiyorum. Ya da başka yapabilecek bir şey olmadığından da olabilir. O duyguyu ben almadım. Sonuçta alternatif bir yol yok, geriye dönüş de yok. Hatta oyun kontrolleri bana verir vermez “Yürü lan oradan, bir kız uğruna değer mi, elimi sallasam ellisi” deyip geri dönmeye bile kalkıştım ama oyun izin vermedi. Yapabileceğim tek şey bu olduğundan benim içimde hiç oluşmuyor o vicdan azabı.
Peki hikaye nasıl bence? Kimileri çok etkilenmiştir bu trajedi hikayesinden ama giriş haricinde oyunun son anlarına kadar bir hikaye gelişimi, olay örgüsü gibi bir şey olmadığı için, ne olan olaya sebep olmuş şeyleri, ana karakter ile kız arasındaki ilişkinin ne olduğunu da bilememe ve aralarındaki ilişkiyi de zaten işlemediğinden ve yeteri kadar senaryodan bir şeyler gösterip anlatıp karakterleri de bana tanıtıp ısındırmadığı için; ben etkilenmedim. Bu benle alakalı bir şey olabilir. Kimileri bunlara hiç ihtiyaç duymadan kendini o an ki senaryoya kaptırabiliyor. Benim bunları yaşayabilmem için yukarıda yazdığım şeylerin de olması lazım.
O yüzden karakterleri ve ana karakteri tanıtamayacağım ve nasıl olduklarını da yazamayacağım.
Yine de hikayede neler olup bittiğini anlayamamanız olası. Hikayenin işlendiği Cutscene’lerde olan olayları tamamen açıklamama gibi bir olay var çünkü. Sonunda “Eeee ne oldu şimdi, o niye öyle oldu, neden bu öyleydi, amaç neydi ki, biz kimiz” gibi sorular ile baş başa kalmanız olası. Evet Souls serisini andırıyor biraz. Tabii bu yapım orijinalinde Souls serisinden önce çıkma. Ama şu da var; Souls serisi elindeki bir sürü materyali kısıtlı bir şekilde aktarırdı. Bu sorun değil. Ama Shadow of the Colossus’un yaptığı şey başka. O elindeki zaten az olan materyali kısıtlayarak anlatıyor yine. Eksik hissettiriyor kendini.
Kısacası; eğer çok da hikayeyi, karakterleri ve olayları tanıtma ve işleme gibi takıntılarınız yoksa hikayeden etkilenebilmeniz gayet olası.
OYNANIŞ/MEKANİKLER/OYUN
Orijinalinde oynanış yönü ile hafızlarda pek de güzel yer edinmiş sayılmaz Shadow Of The Colossus. Kontrol şeması yer yer karışıklık yaratabiliyorken, yer yer de at üstünde yapılan ok atma gibi aksiyon kısımlarında da pek düzgün olmadığı ortaydı. Atın kendisini sürmek de dahil. Kamera gibi sorunların da çabası.
Öncelikle elimizdeki mekaniklere bakalım. Kare tuşu ile kılıcı bir kereliğine acemice sallayabiliyorsunuz. Bir kereden sonra yine aynı şekilde yapabiliyorsun, devamlı bir kombosu yok yani. Sebebi şu; gerek yok. Bu mekaniği oyunda bir Colossi haricinde kullanmıyorsunuz çünkü. O Collosi’ye kadar da zaten az daha tamamen gereksiz bir mekanik diye ilan ediyordum ama bir Collosi savaşında işe yarıyor.
Peki kılıcı ne için kullanacağız daha çok? Saplamak için. Colossi’lerin (Bosslar) üzerine tırmanıp üzerlerine saplıyorsunuz. Ama o kadar kolay değil tabii. Öncelikle Colossi’lere nasıl tırmanabileceğinizi çözmeniz lazım, her Colossi birbirinden tamamen ayrı bir bulmacadır. Nasıl tırmanacağını çözdükten sonra tırmanabildiğin her yerine kılıcı saplayarak bu işi çözerim diye düşünüyorsan o kadar kolay değil.
Colossi’lerin zayıf noktaları var, sadece bu zayıf noktalarına kılıcı saplarsanız eğer; canını yakabilirsiniz doğru düzgün. Bu zayıflıkların sayısı Colossi’den Colossi’ye değişiyor. Bunları bulabilmek de, oraya varabilmeye çalışmak da ayrı dert. Evet nasıl ulaşacağınızı çözdüğünüzde de, araya oraya tırmanabilme zorluğu da giriyor. Nasıl mı? Stamania barı ile. Siz tırmandıkça azalan bir Stamania’nız oluyor. Stamania bittiği an bir daha tutanamıyorsunuz dolana kadar. O yüzden bitmeden zayıf noktaya ulaşıp kılıcı saplamalısınız. Sadece tırmandıkça azalmıyor tabii, Colossi’nin üzerindeyken sizi düşürmek için iki de bir sallanıp duruyor ve siz de o an tutunduğunuz yerden sallandığınız için hareket edemiyor ve stamanianız da düşüyor. O yüzden oyunda gözünüz sürekli can barınızda olmak yerine, stamania barında olacak. Hatta stamania barı sizin için can barından daha değerli ve göz bebeğiniz olacak.
Colossi savaşlarını özetlemek gerekirse; o an ne yapacağını bulmaya çalış, tırmanırken zayıf noktasına nasıl ulaşacağını çözmeye çalış ve bu esnada da stamania barının bitmemesi dikkat et.
Stamania barı bitiyorsa eğer; düşmemek için uygun bir alanda durup dinlenmeniz lazım ama bu tarz müsait anları Colossi’lerin üzerilerinde sürekli bulamayacaksınız ve hatta bu tarz anları sizin kendiniz yaratmanız bile lazım olacak.
Kısacası Collosi savaşları bir bulmaca arkadaşlar. Aslında tüm zorluğu sırf nasıl yenebileceğinizi bulmaktan bile ibaret diyebiliriz. Çünkü ben oyunu bir kez daha oynadığımda Colossi’leri kesmem çok da zahmet almıyordu artık. 2 dakikada falan hallediyordum. Tabii işin içerisinde pratik de olabiliyor. Çünkü yazdığım gibi, nasıl yenebileceğini çözsen bile, bunu yaparken stamania seni zorlayacaktır.
Kılıcı zayıf noktaları bulup onların üzerlerine saplamak için kullanacağınızı yazdım. Bir de ok ve yayımız var. Ama bu kılıcın aksine, Colossi’nin zayıf noktalarına ya da herhangi bir yerine zarar vermek amacı ile değil. Yani hasar veremiyorsunuz ok ve yay ile. O yüzden okunuz da sınırsız. Peki ne işe yarıyorlar ok ve yay Colossi’lerde; genelde dikkat çekmek amaçlı. Daha önce de yazdım, Colossilerin çoğu pasifist takılıyor dikkat çekmediğin sürece. Sadece dikkat çekmek için de değil ama ok ve yayın işlevi. Bazı Colossilerde tamamen gerekli oluyor. Özellikle at üstünde iken ok atmanızı gerektirecek Collosiler olacağı için şimdiden iyi şanslar. Çünkü at üstünde ok atmak rahat değil. Daha doğrusu hedefi tutturabilmek. At sürmek bile o kadar rahat olmadığı için bir de ayrı olarak yay ile hedef almaya çalışıp ateş etmek de ayrı bir ziyan olabiliyor. Bu durumlarda bir de bazen kameralar da sapıtabildiği için tadı tuzu olmuş oluyor. O yüzden bu tip durumlarda kameranın Colossi’ye odaklandığı L2 tuşuna basılı tutmayı unutmayın. Biraz da olsa yardımcı olur en azından.
Kılıç ile yapabileceğiniz bir şey daha var bu arada. Keseceğiniz Collosi’yi bulabilmeniz için çok önemli bir etken çünkü kılıç. Şöyle ki; istediğiniz Colossi’ye istediğiniz zaman gidemezsiniz. Sıra sıra canlanıyorlar. Önce hangisine gideceğini ise kılıcı R1 tuşuna basılı tutarak havaya kaldırıp, kılıcın yansıttığı ışığa doğru giderek bulabiliyorsunuz. Colossi’ler ile savaşma zorluğundan önce, bir de onları bulabilme zorluğu da var tabii.
Peki bu oyunu zamanında özel ve klasik yapmış olan şey ne derseniz eğer; oyunda savaşabildiğiniz tek şey bu 16 varlık olmasından ibaret olması. Yani oyun sadece boss savaşlarından ibaret. Normal düşman falan yok. Başka tehlike de yok. Ki zaten savaş mekaniğinin de olmadığını yazdım. Kılıç saplama mekaniği var. Ha bir de yalandan kılıcı bir kere sallayabiliyorsunuz, ona da savaş mekaniği demeye şahitler ister.
Şöyle düşünün; 2005 yılının PS2 konsoluna içerik olarak sadece Colossi’lerin yani bossların olduğu bir oyun. Sadece boss savaşları var. Bir oyuncuya ne kadar dolu bir oyun gelebilir ki. Ama Team Ico bunun üstesinden gelebildi ve zaten gelemeseydi; adını altın harfler ile yazdıramazdı değil mi. Her Colossi’nin başlı başına bir bulmaca olduğunu yazdım. 16 tane birbirinden tamamen farklı Colossi demek; birbirinden farklı 16 tane bulmaca demek. Derinler yani. Kendi başlarına bu bosslar, bir oyun olmasına yetecek kadar derinlik sağlıyorlar. Bu bulmacalar bazen Colossi’nin tasarımından geliyor, bazen de bulunduğun mekanın tasarımlarından, dizaynlarından ve yahut ortam şartlarından. Mekanı da ona karşı kullandığın Colossi savaşları olacak yani.
Hepsi bu kadar mı bu oyunu klasik yapan şey? Hayır. Diğer kısımlara da, diğer konu başlığı altında değineceğim efenim.
Gerçekten sadece boss savaşları mı var derseniz; o kadar da değil aslında. Oyunun PS2 dönemine göre baya büyük ve şimdiye göre de fena sayılmayan bir açık dünyası var. Bu açık dünya elbette tasarımlar harici bomboş. Yani kimseler yok Colossi’ler, sen ve atın dışında. Bu açık dünyada bulabileceğin bazı şeyler yok değil tabii. Mesela kertenkele bulup avlamak. Oyunda birçok kertenkele var, bunların sınırlı sayıda beyaz kuyruklu olanları da var. Onları bulup avlayıp kuyruklarını alırsanız eğer; Stamania barınız yükseliyor.
Bir de meyve toplamak. Bazı ağaçlarda birbirinden farklı meyveler var. Ok ve yay yardımı ile onları aşağı düşürüp yiyebiliyorsun. Böylece can barını da arttırmış oluyorsun. Tabii meyveler de kertenkeleler de sınırlı sayıda.
Açık dünyada bir de tapınaklar mevcut. Bu tapınaklara gidip dua edebiliyorsunuz ve canınız ile stamania’nız tamlanıyor. Can ve Stamania zaten kendiliğinden dolduğu için bu bana gereksiz geldi. Tapınakların bu yüzden bende tek artısı, oyunu kapattığında oradan başlayabilmen ve orada beyaz kuyruklu kertenkelenin olması. Evet her tapınakta beyaz kuyruklu kertenkele var. Sayısı değişiyor.
Kontrollere gelirsek, bu sefer orijinalinden farklı bir kontrol şemamız var ama isterseniz ayarlardan orijinal şemayı da seçebiliyorsunuz. Kontrollere alışmak ise biraz sorunlu olabilir, çünkü karakterimizin hareketleri ağır biraz, gerçekçi animasyonlar ile süslemeyi denemişler. Dönemine göre iyi okey ama yine de karakterimizin yön hareketleri bazen istediğimiz gibi çalışmayabiliyor. O da dar alanlarda. Kamera açıları da sağ olsun, dar yokuş yerlerde karakterimizi istediğimiz gibi yöneltemediğimiz sorunlar ortaya çıkabiliyor. Mesela ilerletmek yerine karakterim sıkça kez kendini yokuşa doğru götürdüğü oldu ve bu sebepten birçok kez aşağıya düşmüşümdür. Yapılan işi her ne kadar Remake olarak adlandırsalar bile bu benim gözümde bir remaster olmalı. Çünkü remake dediğinde kontrolleri de elden geçirmen lazım. Eğer Remake olarak adlandırırsak bu yapımı durum benim için baya eksi olur ama Remaster ile adlanadıracaksak yine eksi derim ama o kadar Remaster’ı yapanların işi bu olmadığı için o kadar sıkıntı etmezdim.
At kontrolleri de biraz zor, çünkü oyunda atı kontrol etmiyorsunuz. At üstünde kontrol ettiğiniz kişi yine ana karakterimiz, Üçgen ile ayaklarınızla ata vurup hızlandırırken, sağ sola yönlendirmeyi karakterin elindeki ipleri kontrol ettirerek yapıyorsunuz. Yani atın kafasını iplerle sağ sola çekiyor. Gerçekçi bir deneyim yaşatmak gibi bir olay var. Döneminde “Aman Allah’ım” dedirtirken, şimdi “Daha rahat olamaz mıydı yani” diye düşünmeden edemiyorum.
At kontrolleri ile ilgili net bir şey yazamıyorum çünkü oyunun çoğunluğu açık arazilerde geçiyor. Boss savaşlarında at ile aksiyon yaşarken de sıkıntı çekmedim aslında. Ama dar ormanlık arazilere girince atımız duraksıyor ve yavaş yavaş ilerliyor ne yaparsanız yapın. Yani o kadar da gerçekçiliğe gerek yok diyor insan. Çünkü bazı alanlar var ki; “Ulan koşarsın be hasta etme adamı, o kadar da dar değil” diyorsun. Bazen de at kendiliğinden duraksıyor ve benim esas gıcığıma giden nokta atı durdurabilme olayı. Yarım saat analoğu ters yöne çevirmek de gıcık ediyor açıkçası. Tamam gerçekçi duruyor, işin ehli belki öyledir ama tamamen dursun diye o kadar çok parmağımı analogda ters yöne doğru itip durmak da gerekli değil. Sonuçta baya yüksek yerlerden düşüp de ölemeyebiliyoruz, oyun esasında o kadar gerçekçi değil yani, atı o kadar gerçekçi yapmak zorunda değiller.
Tamam çağırdığımda bazen geç cevap versin ya da bu tip gerçekçi atmosferi verecek bir takım özellikleri koymuşsunuz iyi güzel ama bazı anlarda deli ediyor, o kadarına gerek yoktu hani, oyun atımız üzerine kurulu değil zaten.
Mesela bunun daha gerçekçi ve doğalını gidip Last Guardian’da Trico isimli yaratıkta yaptılar. Benim hiçbir şikayetim olmadığı gibi, oyunda gördüğüm en büyük artıydı ve bulduğum en başarılı yapay zeka işiydi. Bunda niye gereksiz demiyorum; çünkü oyun Trico üzerine kurulu bir oyun. Trico olmadan oyunun %90’u falan yalan. Mekanik yok çünkü bizim karakterde doğru düzgün.
Bu kadar uzunca yazıp şikayet etmeme rağmen, bu tarz aksilikler oyunda fazla yer edinmedi yine de. Atım bazen boss savaşlarında sıkıntı çıkarıyordu ama olsun, sonuçta atımız her boss savaşına gelemiyor.
Tırmanma mekaniklerindeki şikayetim ise bazen bir çıkıntıya çıkmaya çalışırken karakterimiz bazen inatla tutunamayabiliyor hareketli anlarda. Onun dışında normal çalışıyor mekanikler.
Animasyonlardan daha önce az bir şey bahsetmiştim. Animasyonların en büyük başarılı olduğu alan kesinlikle bosslar. O devasa boyuttaki bossların o ağır ağır hareketleri PS2 zamanında kendini aşmıştı. Öyle ki, üzerinden yıllar geçti ve şimdi bile “Animasyonlar iyi heee, gerçekçi falan” diyebiliyorsun. Bossların yürüyüşleri, ok ile dikkat çektirdiğinde tepki verme süreleri ve sana doğru dönmeleri falanlar filanlar derken firmanın en çok nereye yatırım yaptığını anlıyorsun.
PS4’te bu animasyonlar elden geçirilmemiş ama gerek de yoktu zaten, çünkü hâlâ iyi duruyorlar ve zaten öylesine zahmetli bir işin altından kalkamazlar. Kalkabilseler bu Remake ya da Remaster ile sınırlı kalmaz, yeni oyun çıkartırlar. O kadar uğraş gerektirir hani. Ama yine de Collosi’lerde yapay zeka sıkıntısı görmedim değil. Özellikle bir tanesi beni tamamen unutup, bir duvara doğru yürüyüp duruyordu, duvara yürüdüğünde ise yürümeye hâlâ devam ediyordu, hani açık dünya bir oyunda bir NPC’nin salak salak yürüyemediği bir yere yürümesi var ya, o işte. Ok ile de dikkat çekememiştim. Ama işime gelmişti :P Yine de atmosferden koparan bir yapay zeka hatası o ayrı.
GRAFİK/ATMOSFER/TASARIM
2005 yılında çıktığında bu yapım grafik ve tasarım olarak taş gibiydi resmen. Özellikle Bossların grafikleri ve tasarımları almış başını gidiyordu. O tüyler, devasa boyuttaki tasarımlar vs. Bu oyunu daha önce oynadığımda yine üstünden 10 yıl geçmişti çıkışından. 2015 yılları civarı yanılmıyorsam. O zaman bile “Vay anasını be, bu oyunu PS2’ye çıkarmışlar, kaldırabildiyse bu kadar detaylı büyük tasarımları iyi” demiştim.
2005 yılında çıkmış bir oyundan bahsediyoruz, o dönemde inanılmaz bir atmosfer başarısına da imza atabilmişti tabii. Boss ararken o koca haritada yalnız olduğun hissiyatı sana öyle bir güzel şekilde verebilmeyi başardılar ki, hâlâ da sanırım onun gibisi çıkamadı. Bu sebeplerden dolayı da işte Shadow Of The Colossus özel bir oyundu ve hâlâ da öyle sanırsam. Klasik olmasının diğer sebepleri de bunlardır işte. Hala orijinal haliyle oynasanız bile o atmosferi yine alırsınız, nereden mi biliyorum; çünkü ben denedim. Beni belki bilen varsa bilir(nereden bilecekseniz), sırf klasik diye bir oyunu öyle körü körüne poh pohlamam ve eğer o oyun yıllar sonra günümüz için eskidiyse, hiç eskilerin hatırı falan demem “Bu oyunun değeri yok artık, eskimiş, onun yerine daha iyileri de var artık, çağ dışı oldu bu oyun artık” lafını çakarım o yapım için.Bknz: Crash Remaster
Shadow of the Colossus bu konuda öyle değil ama, o hâlâ taze. Birçok yapıma öncülük de etmiştir zaten. Hem tasarım olarak ve hem de konsept olarak. Konsept olarak onun gibisini yapabilen olmadı çünkü bu tarz konsept ya sağlam olur ya da olmaz. Bunun arası yok hani. Bu konseptte sadece üzerlerine tırmanabildiğimiz bosslardan ibaret olan bir oyun yapılacaksa eğer; hakkını vermen lazım. Bir tık aşağısı bile yok belki. Çünkü bunun bir aşağısı cidden götürmez. Bossların animasyonları o kadar gerçekçi olmasa belki; oyunun değeri düşebilir. Ya da o atmosferi tam olarak veremezsen; yine anlamı olmaz.
Daha öncesinde Shadow Of The Colossus’un tamamen izinden gitmeye çalışan bir indie oyunu vardı; Prey Of The Gods (Bethesda’nın “Prey” isimli oyunu yüzünden ismi artık Preay Of The Gods idi sanırım). Oyunun videosuna baktığımda bu yazdıklarım hakkında emin olabilmiştim. Oyun hiç tatmin edici durmuyordu. Bu tarz bir iş yapılacaksa cidden üzerinde sağlam bir iş olması lazım, indie bir oyun bunun altından kalkamaz diyordum. Haklı da çıktım. Gerçi oyun hala hazır değil diye biliyorum.
Neyse yine kendimi tutamadım ve satırlarca biraz konu dışı olduk. Oyunumuza gelelim. Seneler sonra oyunun grafiklerini baştan aşağıya yaptıklarını E3’de hiç beklenmedik şekilde bir video göstererek bize sürpriz yaptıklarında “Oha! Hadi be!” diyerek öğrenmiştik. Ama sonrasında “Dur lan, ne gerek vardı aslında” demiştim. Bunu dememin arkasında yatan sebep ise bu oyunun çıktığı dönemde zaten grafikleri ve atmosferi ile bayağı ses getirmişti ve hâlâ da iyiydi açıkçası. Sadece grafik yenilenmesinden ibaret olacaksa ve yeni bir içerik ve mekanikleri elden geçirmeyeceklerse, yani yeniden yorumlanmayacaksa anlamı yoktu benim için. Ben böyle düşünüyordum.
Taaa ki oyunu oynamaya başladıktan sonra. İlk iki bosstan sonra dediklerimden utanıp “Affet agam, hep bu yeni yetme remaster dallama yapımları yüzünden” demiştim içimden.
Grafikler tam olarak PS4 görselliğine yakışır derecesinde yenilenmiş durumda arkadaşlar. Eğer aranızda zaten daha önce oynamış olanlar varsa ve oyunu baya seviyorsanız; yeniden alın. Çünkü sadece bu dönemin grafikleri ile Shadow of the Colossus resmen yeniden yorumlanmış gibi duruyor. Ayrı bir hava katması bir yana, Shadow Of The Colossus’un sahip olduğu o özel atmosfer konseptindeki nimetler, bu dönemin grafikleri ile tam olarak ortaya çıkmış durumda. Sanarsın esasında oyun erkenden çıkmış PS2’ye, sanki bu konseptin hak ettiği değeri esas bu jenerasyon vermiş gibi duruyor. Ki zaten orijinalinin PS2’de kastığı bir gerçek vardı. Sanki Shadow Of The Colossus esasında ileriye dönük bir oyun gibi duruyordu gerçekten. PS3’te bile tam olarak sağlıklı çalışmadığı gerçeğini de hatırlar gibiyim sanki. Emülatörlerde bile oynamak baya dert oluyordu, çok iyi bilgisayarlarda bile ağır çalışıyordu çünkü. Ama artık adam akıllı bir şekilde çalıştığı bir platformu var Shadow of the Colossus’un.
Shadow Of The Colossus’un PS4 grafikleri ile yeniden yapılması gerçekten çok iyi oldu. Görselliği ve renkleri capcanlı, tasarımlar konusunda da resmen yeniden bir uğraş var. Orijinalinden çok kopmadan daha da detaylandırmışlar mekan tasarımlarını. Işıklandırmalar da nefis duruyor ayrıca. Bunların hepsinin birleşimi ile boss savaşlarında ayrı bir seyir keyfi veriyor. Bossların o tüyleri baya güzel durmasının yanı sıra, o kadar canlı duruyorlar ki, elinle uzanıp dokunasın geliyor.
Grafikleri ve tasarımları övdük, bunların başarılı olması sonucu herhalde atmosferin de otomatik olarak baya başarılı olduğunu kavrayabilmek de zor olmasa gerek diye düşünüyorum. At ile gezinip dururken o capcanlı renklerle yeşilliklere dalmanın güzelliği ile devasa tasarımlar ile de haritada sadece ufak ve kimsesiz olduğunun atmosferini de başarılı bir şekilde birleştirip bunu bize tecrübe ettirmişler. Helal olsun Bluepoint firmasına da. Harika bir Remaster işi olmuş.
Bir de boss savaşı anındaki atmosferler var ki dostlarım, baya baya sana o devasa bossların yanında ufacık olduğun atmosferini veriyor oyun. Tabii her boss büyük boyutlarda değil, ama onların da yaşattığı apayrı bir atmosfer deneyimi var tabii. Oynayın ve kendiniz keşfedin bu atmosferi.
PS2 yılında da bu konuda bir “MasterPiece” idi ve bu dönemin grafikleri ile de yine öyle olmuş.
MÜZİKLER
Övmemiz bitti sanıyorsanız, az kaldı sabredin. Müziklere değinmeden geçemeyiz. PS2’ye çıktığında bu pahalı kokan (Sanırım bu konuda Sony’e borçluyuz) orkestra müzikler ile de baya nam salmıştır Shadow Of The Colossus. Müzik olarak aralarında neredeyse oyunun tanımlayan ve oyun için ikonlaşmış bu müziği sizlere bırakarak ne demek istediğimi anlamanızı umuyorum. Ama benden tavsiye, bence bu müziği ve müzikleri oyunda ilk defa tecrübe edin.
Müziklerin zaten bosslar esnasında ayrı bir atmosfer başarısını da kattığını belirtmek lazım. Boss anlarına göre müziğin kendisi de değişiyor. İlk başlarda genelde sakin bir gerici müzikle başlarken, bossa tırmanmaya başlayıp aksiyona girdiğimiz anda müzik hem değişiyor ve hem de daha da hareketli bir hale bürünüyor. Bu tarz numaralar sayesinde atmosfere ayrı bir şekilde sokuluyorsunuz. Demem o ki, müzikler ve yönetmenlik kararı başarılı olmuş.
Tabii boss savaşları ve cutsceneler dışında müzik çalmıyor. Çünkü bu atmosfere sokabilmek için verilmiş başka bir karar. Oyunda Colossus ararken ya da dolaşıp keşif yaparken müzik falan çalmıyor. Doğru da bir seçim olmuş. O devasa mekanlarda yalnız olduğunu o sessizlikle ayrı bir güzellikle verebilmeyi başaran bir karar bu çünkü.
Son boss müziği her ne kadar farklı bir tarz ve deneme gibi dursa da, ben açıkçası diğerleri gibi klasik bir orkestra havasını tercih ederdim ama. Seveni de vardır yine de bunun.
Bu arada benden oyunu bitirenlere tavsiye; oyunu bir de müziklerini tamamen kapatarak oynayın. O an da boss savaşlarının atmosferi bence bir başka oluyor.
TEKNİK
Daha önce de yazdığım gibi, bu oyun orjinalinde adam akıllı şekilde düzgün çalışmadı tam olarak. PS4’te ise sonunda sağlıklı şekilde sabit ve hiç düşmeyen 30 FPS’i tutturdular. Bluepoint optimizasyon olarak son yılların en sağlam işlerinden birine imza atmış olabilir. 60 yerine 30 FPS olsa bile, hiç düşmemesi yanı sıra baya akıcı olduğu için 60 bile sanabilirsiniz.
PS4 Pro’da 60 FPS olarak çalışıyor ama. Pro’m olmadığı için nasıl çalışıyor bilmiyorum. Ama sinematik deneyimi isteyenler için Pro’da yine 30 FPS ayarı var.
Oyunumuz Frame açısından son derece sağlıklı. Ama bug olarak o kadar da temiz değil.
Oyunumuz bazı anlarda atımızın nazları sayesinde buglu anlarla baş başa bırakabiliyor. Bazen atı dar alanlarda kontrol etmek zor olduğu için, yokuşa yaklaştığında bir geriye doğru kendini atıyor bazen ya da atmıyor, bazen de atlamaz dediğim yerlerden atlıyor ve bunun sonucu yukarıda görüldüğü gibi bir ana sebep olabiliyor. 2 kere denk geldim ne yazık ki. Derseniz ki “Ulan hatasız oyun mu olurmuş salak şey”; bu ağaçta takılma bugu ne yazık ki oyundan çıkmanıza sebep oluyor. Ne attan inebiliyorsunuz ne de kontrol edebiliyorsunuz çünkü. Orada takılı kalıyorsunuz hani. Ve eğer bir tapınakta dua etmediyseniz ve uzun bir süre keşif yapıp meyve ve kertenkele kuyruğu topladıktan sonra bu duruma düşerseniz eğer, tebrikler hepsi boşa gitti. Ben neyse ki tapınaklarda duamı ediyordum. Evet dua ederseniz, oyunu kapatıp açtığınızda oradan başlatıyor oyun sizi.
Bu tarz buga sadece 2 kez yakalandığımı belirttim tabii, çok da büyütülecek olay değil. Adam olup dualarınızı ettiğiniz sürece.
SONUÇ
Orijinalinde; yine gideri olan bir oyun elbette, ama Remaster ya da Remake olarak da ele aldığımız zaman, PS4’ünüz varsa ve eğer bu yapımı daha önce deneyim etmediyseniz; mutlaka deneyim etmeniz gereken bir oyun bence. Zamanında onu o yapan şey daha da özeldi aslında ama hâlâ onun gibisini yapabilen olamadığı için; yine bence özel bir oyun. Tabii daha çok hikaye odaklı olsaydı, karakteri ve dönen olayları girişte gösterip ve tanıtıp sonrasında da Bossları keserken de ayrıca senaryo ve olay örgüleri de yazıp, hikayeyi daha çok ele alsaymışlar zamanında, belki sonundan baya etkilenecektim. Belkiden ziyade, büyük ihtimalle öyle olacaktı. Ama hikaye son anına kadar sadece giriş anından ibaret olduğu için; şahsım adına ben etkilenmedim. Son bossu da, son boss beklentilerimi karşılamaması ile beraber tatmin de etmedi. Ama bunlar haricinde oyun benim için gayet güzeldi. O dediğim eksiler de olmasaydı işte, belki favorilerim arasında yer alacaktı bu oyun.
Ama olsun, bakmayın siz benim bu uyuz takıntılarıma. Yazdığım gibi, PS4’ünüz varsa ve hiç oynadıysanız ya da bitirmediyseniz daha önce, mutlaka deneyin. Daha önce de oynadıysanız eğer; biraz indirime girdikten sonra bence yeniden bu grafiklerin getirdiği yenilikler ile deneyimleyin. Bu jenerasyon Shadow Of The Colossus‘u ayrı bir güzel göstermiş.
Neyse efenim, benden bu kadar. Bu sefer kısa tutmayı başarabildim(Editör şu an bana küfrediyor). Yeteri kadar sizlerin bu oyunun ne olduğu hakkında olan meraklarınızı yok edebilip, meraklandırabildiysem eğer; ne mutlu bana. Sağlıcakla kalınız.