Kafa Açan Yazılar

Psikolojik Yazı-Hangi Mutluluk?

Esen olsun arkadaşlar.

Daha önceki yazımızda ‘Zeigarnik etkisi ve unutmak’ konusunda psikolojik tahliller yapmıştık. Şimdi ise bambaşka bir konuyla karşınızdayım.
Konumuza gelelim.

Yıllar önceydi…
İçinden çıkamadığım ve beni huzursuz eden bir durum vardı…

O zamanlar ailemden ayrı; doğup büyüdüğüm yerden uzak bir şehirde üniversite okumaya gitmiştim. Annem iki günde bir arar, nasıl olduğumu merak ederdi. Aslında nasıl olduğumu merak etmekten çok, mutlu olduğumu bilmek, duymak, emin olmak isterdi. Ana işte…
Telefonu açtığım an kötüysem de kötü olmamak zorundaydım. Daha telefonu açmadan alo demeden önce, en mutlu halimi takınıyor, sesimi hemen ayarlayıp ‘mutluluk yumağı’ şeklinde telefonu açıyordum. Ağlıyorsam bir anda susuyor, sinirliysem yatışıyor, üzüntülüysem sanki hiç üzülmemişim gibi kendime geliyordum. Telefonu açmamak demek ise anneme bunlardan birini yapıyor olduğumu düşündürtüyordu ve bunları düşünmemeliydi. Ayrıca sesim anneme iyi gitmezse, kilometrelerce ötede yavrusunda uzak bir ana yüreğinin alacağı haller anlatılacak türden olamazdı.
Bu kovalamaca oyununu uzun bir süre iyi idare ettim. Derken çok kötü yakalandım. İçimdeki sıkıntının verdiği birikimle mutlu olmayı becerememiş olacağım ki  ‘sen iyi değilsin!’ diyerek beni yakalamıştı. Sobelenmemle ağlamayı koyvermem bir oldu. Telefonu kapadım ve ağlamaya devam ettim.

Telefonu tekrar açtığımda onun da sesi ağlamış geliyordu. Ve o an anneme şunları söyledim:
-Anne ben bir insanım. Mutlu olabileceğim gibi, üzgün de olabilirim. Ben bu aralar mutsuz olmak, ağlamak istiyorum. Ağladığım ve mutsuz olduğum içinse kendini kötü hissedebilirsin ama ben bu duygumu rahatça yaşamak istiyorum!
Ve mutsuzluğumun tadını çıkardım. Sonrasında aylarca üzerimde taşıdığım sıkıntılar sırtımdan inmişti. Fark etmemiştim bile.
Gerek ailemiz, gerek arkadaşlarımız, gerekse iş ortamımız bizleri otomatik olarak ‘mutlu olmak zorunda’ hissettiriyor. Dışarıdan bakıldığında bu iyi niyetli olarak görünse de öyle anlar oluyor ki mutsuz görünürsek bir suç işlediğimizi ve ayıp bir şey yaptığımızı düşünüyoruz. Canımız acısa da aksini ispat etmek için elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz. ‘Yani oynuyoruz. Sahne, sahne ışıkları, alkışları bekleyiş derken yoruluyoruz.’

Wilhelm Schmid bir kitabında bu konuyu çok iyi işliyor. Kitaptan bir kesit:
İnsanları sürekli mutlu olmaları gerektiğine inandırmış bir çağda yaşamak, bu durumu iyice ağırlaştırır. İlan panoları “Mutluluk!” diye bağırır. Reklam spotlarından “Böyle mutlu olursunuz!” kıvılcımları çakar. Broşürler “Daha fazla mutluluk!” vaat eder. Gezi düzenleyen kuruluşlardan “Mutlu olma garantisi”yle yer ayırtabilirsiniz. “Direksiyonu mutluluğa kırmanın yolları” başlığı atan gazeteler, çok geçmeden hayretle sorarlar: “Niçin daha mutlu değiliz?”

Sözün özü mutlu olmak zorunda değiliz.

Ben mutsuz olmak istediğim zamanlar, yaşantımı sadeleştirip kendime zaman ayırmayı tercih ediyorum. İnsanlar belki buna alışkın olmayabilir ama mutluyum mesajını vermek zorunda olmuyorum. Arkadaşlarımla vakit geçirmekten ziyade kendimle kalıp bu sıkıntım geçene kadar rahatlamayı, mutsuzluğumu yaşadıktan sonra tümüyle kendi isteğimle, tercihim mutlu olmak oluyor.

Duygularınız sizin elinizde. Hangisini nasıl ve ne şekilde yaşamak istiyorsanız öyle yaşayın. Kimsenin sizi zorlamasına izin vermeyin ve hayatı doyasıya yaşamak için hissetmek istediğiniz duygulara izin verin…

( Tabii bu konuda kocaman bir ayrıntı var. Sizin büyük bir destekçiniz de olabilir. Mutluluğunuzda ve mutsuzluğunuzda, hastalıkta-sağlıkta, iyi günde-kötü günde yanınızda olabilen birileri olabilir. Hepten kendi tercihiniz olacak diye bu kişileri de göz ardı etmeyin. )

Bu konuda izlemenizi tavsiye edeceğim bir animasyon var. Şu hayatta yeri doldurulamayan, en çok değer verdiğim insanlardan biriyle izlemiştim. Lütfen siz de izleyin.

Animasyonun adı: TERS YÜZ! ( inside out )

Pişman olmayacaksınız.
Esen kalın.

Furkan Bayram

Kocaeli Üniversitesi Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık bölümü... Amerika yerlilerinin tarihlerinde, her gün, günbatımında korkuya kapıldıkları anlatılır, ya ertesi gün güneş yeniden doğmazsa diye. Eskideki doğa insanları doğadan korkuyordu, doğadan uzaklaşarak yalnızlaşan bizler ise birbirimizden korkuyoruz.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu