Kafa Açan Yazılar

Güzelliğin İzinde Dünden Bugüne

Güzellik ilk insanın yaratıldığı dönem düşünüldüğünde bile akıllara gelen bir kavram. Havva’nın burnu nasıldı? Saçları uzun muydu? Beli şimdiki kadınlara göre daha mı kalındı? Bunun gibi bir çok soru yöneltilebilir geçmiş dönemle ilgili. Güzellik kavramı ile doğrudan bağdaştırılan moda kelimesi Fransız İhtilali’nde kullanımı yaygınlaşmıştır. Tüketim çılgınlığının temelleri atılan bu dönemde kadınlar güzel arayışını kendileri dışında birçok şeyde bulmaya başladılar. Havva incir yaprağını kullanırken tüketim toplumu çağındaki kadınlar ipek kumaşların peşine düştüler. Güzellik kavramının üstüne dönem dönem birçok yeni kelime daha yapıştı. Estetik, trend, bakım gibi daha ekleyebileceğimiz birçok kelime güzellik kavramını kil gibi yoğurdu ve onu değişimden geçirdi. Geçmişten günümüze filozoflar güzelliği nelere bağladılar da şimdi biz yeni kavramlarla onu değiştirir hale geldik?

İlk olarak Pisagor ile güzellik keşfine çıkalım. Pisagor güzelliği sayılarla ilişkilendirirdi. (Ben bu satırları yazarken büyük bir kahkaha atıyorum siz de atacaksınız diye düşünüyorum.) Pisagor şu an yaşasaydı eğer 90-60-90 ölçülerini güzellikle ilişkilendirirdi. Saçları doğuştan kızıl olan bir kızı güzel bulmayabilir, yaş; bel, sırt ölçülerini sorabilirdi.

Sokrates ise güzelliği göreli olmakla ilişkilendirirdi. Herkesin güzel kavramına bakış açısına saygı duyardı. “Renkler ve zevkler tartışılmaz.” Sözünü güzellik kavramı tartışılırken söylemeyi eksik etmezdi. Sokrates çılgın bir aşık olsa belki ilk gün gördüğü kızı ikinci gün beğenmeyebilirdi. Ne de olsa güzellik bakış açısının altında görelilik hakim.

Aristotales’ın güzellik algısını ise Pisagor’unkine benzetmek çok doğal olacaktır. Çok büyük ve çok küçük şeylerin, yani kavrama gücümüzün dışında kalan şeylerin güzel olamayacağını söyleyerek ve bunları “estetik dışı” diye reddeder. Aristotales’in güzellik algısının merkezinde büyüklük vardır. Büyük gözleri olan bir çocukla küçük gözleri olan bir çocuğu aynı güzellikte bulması da beklenemez. Aristotales’in güzelliği büyüklükle bağlamasının altında matematik vardır. Şimdi günümüzde birden hortlayan Pi, Çi, Fi sayıları da güzellikle ilişkilendirilmekte. Mısır ve Yunanlılar tarafından mimaride çok sık kullanılan Fi sayısı yıllarca toplumların estetik koşulu olmuştur. Bu sayı altın oranı bulmada kullanılmaktadır. Aristotales günümüzde yaşasaydı bir kadının yüzünü ölçüp biçip altın oran arayışında olurdu. Tabi ki bu konuda oldukça titiz olan Pisagor ile…

Güzellikle ilgili filozoflara teker teker değinirken burada hemen kronolojiyi bozup bir tık geriye gitmeyi daha uygun buldum. Çünkü Aristotales’in matematiği, rasyonaliteyi temel aldığı bakış açısını anladıktan sonra Platon’a değinmek daha anlaşılır olur diye düşünmekteyim.

Aristotales Platon’un öğrencisi olmasına rağmen düşünceleri birbirinden net bir şekilde ayrılmaktadır. Görsel bir zihne sahipseniz aklınıza hemen Atina Okulu tablosu gelecektir. Tabloda Platon elini yukarı kaldırıp idealar evrenini vurgular. Aristotales ise karşıyı göstermektedir. Aristotales fenomenlerin dünyasını eliyle göstermeyi amaçlamıştır. Platon güzelliği Tanrısal güzellikle ilişkilendirir. İdealar evrenine gönderme yaparak hiçbir şeyin kendiliğinden güzel olmadığını, metafiziksel bir kaynağı olduğunu söyler.

Epey bir dönem atlayıp güzellikle ilgili fikrini uzun uzun belirtmiş bir diğer filozofa gelelim. Kant sınırları kaldıran bir tavır sergileyerek hiçbir kavrama bağlanamaması gerektiğini söyler. Güzellik Kant’a göre evrenseldir, bir amaca hizmet etmez. “Dışsal bir amaç olmadan kendisi için bir amaç ortaya konan şeyden duyulan hoşnutluk” olarak tanımlar güzelliği. Kant’ın günümüzde yaşadığınız varsaydığımızda moda, trend, estetik vb. konuları hiçe sayarak herkesin aynı ölçüde o “şeyi” beğenmesini koşul olarak kabul eder. Dünya güzeli olarak seçilen biri bu bağlamda Kant’ın güzellik anlayışına bir nebze yaklaşabilir. Güzelliği sanatla bağdaştırdığımız noktada verilebilecek örneklerden en güzeli Michelangelo’nun Pieta’sı olacaktır. Sanki beyaz bir örtünün altına girmiş etten kemikten insanı andıran bu heykel Kant’ın güzellik anlayışıyla oldukça uyuşuyor. Vatikan’ın Aziz Petrus Bazilikası’nda sergilenen bu heykel kendisi için bir amaç ortaya koymuştur.

Bu amaç da İsa ve Meryem Ana’nın çok önemli bir anı heykel olarak somutlaştırılmasında yatar. İsa’nın öldüğü ve Meryem Ana’nın onu kucağında tuttuğu an tarihten bir zamanı şuan yaşayanlar için dondurmuştur. Güzelliği ise bu işlevi sanatçının heykelde bir bütün halinde, sadece heykel olmasıyla yansıtmasında yatmaktadır.

Hegel’in güzellik anlayışına gelirsek gerçek güzellik ancak sanatla görülebilir. Sanat idea ile görüntü arasındaki uyumu gerçekleştirebilir. Platon’un düşüncesinin biraz değiştirilmiş hali gibi gelebilir sizlere. Hegel’in idealarla yola çıkıp görüntüyle uyum sağlama düşüncesi en iyi sanatla açıklanabilir. Michelangelo’nun Pieta’sı aslında sanatçının Meryem Ana ve İsa üzerine düşüncelerinden meydana gelmiş bir heykeldir. Edvard Munch’un Çığlık tablosuna baktığımızda nehir kenarında şaşıran bir insandan fazlasını görürüz. Ressamın zihnindeki ideanın dışavurumudur. Sanat olarak da genelin kabul ettiği “güzel” olarak nitelendirdiği bir tablodur. Bu tablonun güzelliği Hegel’in anlatmaya çalıştıklarıyla uyuşmaktadır.

Modern çağ filozoflarından Alain de Botton’a göre güzellik kutsallığın bir parçasıdır. Onu gördüğümüzde içimizde üzülen bir taraf vardır. Çünkü bize kaybettiğimiz şeyleri anımsatır. Platon’a benzer bakış açısına sahip modern çağ filozofu güzelliği metafizikle ilişkilendirmiştir. Pieta’ya bakınca Botton’un içinde büyük üzüntü duyacağını, çünkü acılı bir anı gösteren heykelin içimizde duygu oluşturacağını düşünmek de garip olmayacaktır. Botton’un güzellik anlayışından yola çıkarsak ölmüş bir babaannenin eski resmi bizi çok büyüleyecek ve ölümü için de tutulan yas güzelliğe bir kutsallık getirecektir. Güzellik ile kutsallık arasında çok önemli bir bağ vardır. Dini figürlerin güzelliği de Botton için tartışılmaz olacaktır dolayısıyla.

Güzellik kelimesi Pisagor’dan Alain de Botton’a kadar değişim göstermiştir. Günümüzde her ay değişen güzellik algısı, ameliyatlarla geçirilen değişimlerle, moda sektörünün dayattığı yeniliklerle şekilleniyor. İnce belli mankenleri seçerek güzellik algısı yaratan büyük markalar da dönemin gereklerine göre hareket ediyor. İnsan vücudu ön planda tutularak Marx’ın da her seferinde üstüne bastığı kapitalizm güzelliği tüketmeye başladı bile. Daha güzel olabilmek adına alınan makyaj ürünleri bittiğinde siz de artık nasıl güzel olabileceğinizi düşünüyorsunuzdur. Sanayi devriminden sonra moda kavramının da hortlamasıyla birlikte güzellik uğruna yapılan her şey tüketimden ilham alındı. Yaptırılan botoksların kısa bir sürede yenilenmesi gerektiği, makyaj malzemelerinin her bir ürününün son kullanım tarihinin olması bize ip uçları veriyor. “İnsanların maddi yaşam koşullarını belirleyen onların bilinçleri değildir, bu maddi koşullar onların bilinçlerini belirler.” demiştir.

Tüketim toplumundan doğan markalar insanların bilinçlerini, en temel kavram olan güzelliği değiştirecek taktikler kullanıyorlar. Bu nedenle tüketimle özdeşleştirdiğimiz güzellik için ameliyat masasına yatmaktan, sayısını unuturcasına krem almaktan, en pahalı markalardan alışveriş yapmaktan çekinmiyoruz. Marx insanların bilinçaltı yönlendirmeleriyle kendilerinde değişime gideceklerini ön görmüştür. Markaların özellikle politikası insanların kendilerini daha iyi görmelerini sağlamaktır. Çıkan her yeni ürün size öncekinden farklı bir şey vaat etmekte. Yıllarca kullandığınız yüz maskenizin bir yenisini gördüğünüzde eskisinden daha güzel olacağını düşünmeniz de yüksek ihtimaldir. Her yenilik modern çağda karşımızı eskisine kıyas oluşturarak kendini var etmekte. Geride kalan her şey arkasında Alain de Botton’un da dediği gibi bir üzüntü bırakıyor. Ama bu üzüntü modern çağda güzellikle mi ilişkili yorumu yapacak olan sizlersiniz.

Bana kalırsa bu üzüntü yeni ürünlerin hızına yetişemeyen piyasanın üzüntüsü. Hız da artık güzellikle ilgili bir kavram oldu çıktı. Moda, estetik, trend kavramlarının hepsi yenilik ve bu yeniliğin hızıyla ilişkili. Günümüzde güzellik unsurlarını belirleyen şeyler alım ve bakımla alakalı. Öyle olmasında teknoloji ve onun getirdiği sosyal medyanın da etkisi çok. Bizi daha çok tüketime iten reklamlar gözümüzü kırpıp açtığımız her yerde karşımıza çıkabilecek bir hal aldı. Televizyon ve reklam panoları dışında eskiden reklamı göremezken artık etrafımızdaki her şey bize daha rahat daha güzel nasıl olabileceğimizin sinyallerini çakıyor. Biz güzelliği ne ile ilişkilendirirsek aslında onun peşine düşüyoruz. Filozofların dönemlerince anlamlandırdığı güzellik kavramını bugün düşündüğümüzde belki yetersiz görüyoruz. Ancak her dönemin farklı şartları var.

Bizler o şartları sorguladığımız kadar güzelliğin anlamını bulmaya yakınız.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu