Deltarune (Bölüm 1) | Detaylı İnceleme
Bundan aşağı yukarı 3 yıl önce Undertale adında bir oyun çıkmıştı. Çıkmasından 1-2 ay önce falan oyunun kapağına internette yanlışlıkla tanık olmuştum. Bende uyandırdığı izlenimler hoştu. O kadar. Öyle bir izlenim oluşturduğu için ben de hem kapağa fazla bakmamaya ve hem de oyun hakkında başka bir şey bilmemeye karar almıştım. Oyun hakkında bir şey bilmeden tamamen kendim oynayarak deneyim etmek istiyor ve böylelikle de her şey bana sürpriz olsun istiyordum. Eh, oyun pek bilinmiyordu da. Belki bakarsın yeni bir yıldız doğar. Neden olmasın.
Aşağı yukarı bu tarz duygular beslediğim birçok indie oyunu sonradan unuttuğum gibi Undertale’i de bir güzel unuttum tabii. Daha sonrasında bir mecrada Undertale incelemesi görene kadar da hatırlamadım daha. Gördükten sonra ise “Böyle bir oyun vardı bir ara doğru” demem ile yine pek bir şey araştırmadan beklemeye koyulmuştum. Oyun benim için güzel mi çıkacaktık yoksa çıkmayacak mıydı onu bilmiyordum ama olası dediğim bir olay gerçekleşmişti. Bu oyun yeni bir yıldız oldu.
Hatta daha fazlası oldu. Undertale tahmin ettiğimin ötesinde bir başarıya ulaştı. Gerçekten de, inanılmaz bir şekilde Undertale oyunu çok kısa bir zaman içerisinde büyük bir kitle kazandı. Youtube’da OST’sinin dinlenme sayısı fevkalade bir sayıya ulaştı. Yani en azından hem ilk defa oyun yapan ve hem de kendi başına yapan birine göre. Hem de bu kadar kısa süre içerisinde. Deliler gibi iyi kötü bir sürü fan yapımı işleri çıktı. Fan art’lar zaten Allah’ın emri. Onlar dışında kısa sürede fan animasyonlar, fan oyun modları, fan bosslar, fan hikayeler vs. Üstelik işin animasyon kısmı yabana atılacak gibi bir şey değildi. Gayet kaliteli animasyonlardı.
Elbette bunca olumlu karşılamış kitlenin yanında tabii ki de nefret eden kitlesi de olmuştu. Kimisi kesinlikle abartıldığını söyleyiverirken, kimisi de gelmiş geçmiş en iyi işlerden biri olarak kabul etti oyun piyasasında. Eh, bir süre sonra elbette ben de deneyim ettim. Şunu yazabilirim ki; kesinlikle nefret eden kitlenin, abarttıklarını düşündükleri kadar var. Yani onca övgüyü gerçekten de hak ediyor. Undertale bunca zaman içerisinde bile (yani oynadıktan 3 yıl sonra bile) hâlâ oynadığım en iyi oyunlardan biriydi kesinlikle. Müthiş bir deneyimdi benim için. Her farklı sonunu deneyim ettim ve kendimden gayet emin bir şekilde “Bunca övgü ve ilgiyi kesinlikle hak ediyor” diyorum.
Undertale nasıl bir şey derseniz eğer; içinde her şeyden biraz barındırılan bir ürün derim size. Karışık çerez örneğini vereceğim yine. Gizemli, mizahlı, dramatik, hüzünlü, şok edici, gerici, ürkütücü, korkutucu, paranoyak, sevimli, neşeli, absürt, epik, gaz ve daha ne ararsan. Gel vatandaş gel, ne ararsan burada kısacası.
Undertale’i övmek fazla gelir şimdi. Buradaki esas konumuz başka. Undertale’den sonra Toby’den yeni bir oyun duyurusu hakkında ne bir duyuru ne de bir ipucu vardı. Kaç senedir Toby’den ya yeni oyun bekleniyordu ya da “Belki yaparım ya belli olmaz” tadında tease ettiği Undertale’in zor modu bekleniyordu. Elbette birkaç gün önce gerçekleşen şey ilki oldu. Yeni bir oyun duyurdu durduk yere Toby. Deltarune.
Deltarune isimli oyununu duyurması bir kenara; hemen hemen görücüye de çıkarmıştı oyunu. İlk bölümünü bedava olarak sunmuştu. Sunarken de birçok kuralı da beraberinde getirdi tabii; 24 saatliğine oyun hakkında online olarak konuşmayın, bahsetmeyin ve oyun hakkında hiçbir şey paylaşmayın. Neden? Milletin keyfi spoilerlar ile bozulmasın diye. Kısacası, Toby millete spoiler yemeden önce 24 saat vermiş. O 24 saat içerisinde paylaşılan her gameplay videosuna ve müziklere eksileri basın diye uyarı vermiş adam gayet.
Bu arada evet, oyunun sunulmuş olan bu kısmı bedava sevgili okuyucular. Deneyim etmek istiyorsanız eğer; indirmek için buraya tıklayabilirsiniz.
Yalnız şunu yazayım, önce Undertale’i deneyim etmenizi tavsiye ederim. He peki şart mı böyle bir şey? Değil. Ama tavsiyem budur yine de. Ben ise daha fazla uzatmadan incelememize giriş yapayım artık.
HİKAYE
Hikayemiz, Undertale’de gördüğümüz karakterlerin artık yeryüzüne ulaşıp, orada başka bir hayata başlamışlarken görüyorsunuz. Bu manzara ile oyun size Undertale’in sequel oyunu olduğu havasını veriyor. Ana karakterimizin ismini öğrenene kadar ama. İlk oyunda ana karakterimizin ismi Frisk iken bunda ne hikmetse adı Kris. İşte aklınız daha o vakitten karışmaya başlıyor. Bu ana karakter başka bir karakter mi yoksa ilk oyundaki ana karakter mi diye sorgulamalar ilk dakikalardan başlıyor. Çünkü tasarımı da benziyor. Büyümüş gayet kendisi. Ama emin olamıyorsunuz o olduğundan. Annesi Toriel olmasına rağmen şüphede kalıyorsunuz. Ve uyandığımız odada bir yatak daha olunca acaba biz ilk oyundaki ana karakterin kardeşi miyiz diye de şüpheleniyorsun bir yandan. Evden okula olan yolculuk esnasında ilk oyundan diğer karakterlerin şimdiki hayatta neler yaptığını da görmüş olurken, bu gayet ilk oyunun Pacifist Ending’in devamı gibi geliyor sizlere.
Hikayemiz Kris karakterimizin, okuldaki belalı karakter olan Susie karakteri ile okulda bir odaya girdiklerinde tuhaf bir şekilde odadan yer altına başka bir diyara düşerler. Düştükleri bu dünyadan beraber çıkmaya çalışırlarken kısa sürede Karanlığın Prensi olan Ralsei‘yi bulurlar. Ralsei aracılığı ile buranın neresi olduğunu ve nelerin olup bittiğini öğreniyoruz.
Bir zamanlar bir Efsane fısıldanmış. Umudun, hayallerin, ışığın ve karanlığın efsanesi. Bu efsanenin adı ise Delta Rune.
Bin yıldır ışık ile karanlık, denge ve uyum içerisinde yaşamış ve dünyaya huzur getirmiş. Ama bu düzenin bozulması durumunda büyük bir felaketi de getirecektir. Gökyüzü dehşet verici bir siyaha bürünecek ve tüm topraklar da korku ile çatlayacaktır. Sonrasında Dünya’nın bir köşesinde üç kahramanın belirmesi ile bir umut ışığı görünecek. Bir insan, bir canavar ve karanlıktan gelen bir prens. Kaynakları sadece onlar mühürleyebilir ve sadece onlar Meleğin Cenneti’ni yok edebilirdi. Ancak o zaman dengeyi geri getirebilir ve dünya yıkımdan kurtulmuş olur. Bu üç kahraman ise Ralsei’ye göre kendilerinden başka kimse değildir. Bu kaynakları kapatıp dünyayı yıkımdan kurtarmak için bir kişi bile eksik olunmamalıymış.
Eh, Undertale oynayanlar ışık ile karanlık konseptinin, Undertale ile benzeştiğini fark edebilirler. Evet, hikaye ve hikayenin akış şekli Undertale’inki ile aynı. Yanlışlıkla başka bir diyara düşen karakter, bu diyardan kurtulmaya çalışma çabaları ve kurtulmaya çalışırken ona türlü oyunlar ile engel olmaya çalışan başka bir karakter. Undertale’in giriş kısmı gibi değil mi. 1.bölüm de böyle akıyor işte.
Undertale’in hikaye anlatımı elbette tek bir karakter üzerinden gidiyordu. O karakterin yolculuğu esnasında farklı karakterler görüyor, tanışıyor ve arada bir onlar da yolculuğumuza katılıyordu. Tabii izlediğin yola göre de değişiyordu. Deltarune ise 4 farklı karakterin yolculuğu üzerinden gidiyor. Bu 4 karakterin kendi aralarındaki ilişkileri ve diyalogları ile bir yolculuk dönüyor. Evet, Undertale’in aksine, bu sefer ki hikayemizin yolculuğunda her şey bizim etrafımızda dönmüyor.
Peki amacımız ne? Gerçekten de Ralsei’nin dediği gibi gidip tüm kaynakları kapatıp dünyayı kurtarmaya mı çalışacağız? Muhtemelen öyle olacak. Muhtemelen yazıp kesin bir şey yazmadım çünkü hikaye bu bölüm ile o kadar da belirlenmiş değil. Çünkü Kris ile Susie’nin esas amacı eve dönebilmek. Bu amaca giden yol ise bir kaynaktan geçiyor ama işte. Kaynaklardan biri oldukları konuma yakın ve o kaynak ile eve doğru gidebilirler. Ama sorun şu ki; kaynağın bulunduğu kısımda kale var ve o kalede de Spades King var. Ve kendisi oldukça zalim. Yani ana karakterlerimizin o kaynaktan geçmelerine müsaade etmeyecek öylece.
İşte konumuz bu. Eve dönmeye çalışan iki karakter. Aynı ilk oyundaki gibi. Ralsei ise dünyayı kurtarmanın peşinde. Ama ilk bölümde ne Kris ne de Susie karakteri bu konuda bir fikir belirtmedikleri için henüz; hikayenin bu kısmı gündemde olmadı. Sonraki bölümlerde olur mu bilinmez. İlk bölümde iki karakteri ilgilendiren öncelik eve dönmeleri çünkü.
İlk bölümün hikayesi kendi içerisinde başlayıp biten bir hikaye. Yani 3 saatlik bir film gibi düşünün. Serinin ilk filmi gibi. Daha doğrusu bir dizinin ilk bölümü olarak düşünmekte yarar var. Ama yazdığım gibi, o bölümde ele alınan konu o bölümde bitiyor. Hatta esas hikayemiz bu bölümden sonra başlayacak gibi duruyor. Bölümün sonunda yaşanan twistten sonra olayların bambaşka bir yere çekileceği belli oluyor.
Peki bu hikaye 3 saat ile nasıl süslenmiş? Öncelikle şunu yazayım, bu bölümde ele alınan hikaye ve karakter ilişkileri gayet sıradan. Sıradan bir masal gibi düşünün. Şaşırtıcı bir numarası yok. Konu Toby olunca, bu elbette ileride böyle olmayacaktır diye düşünüyorsunuzdur belki ama hayır. İlk bölümün hikayesi sıradan. Hatta Toby’nin Undertale oyununda yaptığı numaralar ile sürekli oyuncuyu şaşırtabilme ve ters köşe edebilme olayını bu oyunda yapamamış. Çünkü numaralar yine aynı. Undertale’i yemiş yutmuş ve formülünü az çok anlamış olan oyuncular az çok ne numaralar ve twistler olacağını ön görebiliyor. Ön göremese bile şaşıramıyor. Çünkü az çok tahmin edebiliyorsun da. Twist anları o yüzden ilgi çekici olamıyor.
Ama yine de, hikaye işlenirken, bu grafik motoru ile yapılmaya çalışılan numaralar güzel.
Her ne kadar klişe olsa da, karakterlerin ilişkilerini ele almaya çalışılmış olmasında da güzellikler var. Hikayeyi dolu dolu işlemeye çalışmış. Elbette bu hikaye işleyiş tarzı ile bazı olay örgü şekilleri Undertale ile benzeştiğinden dolayı sıkabiliyor da. Bu bölüm gayet Undertale oyunundaki Papyrus karakterinin bizi yakalamaya çalıştığı sekansı andırıyor gayet. Bu konuda ilk oyunun üstüne yenilikçi bir olay örgüsü üzerinde durmadığını çıkarabiliriz ama emin değilim bundan da. Toby bu bu oyunu Undertale’e paralel olarak bağlamak istediğinden dolayı bu seçimi bile bile yapıyor da olabilir. Bu oyunun ne kadar uzun olacağına bağlı.
Şöyle ki;
sunulmuş olan bu bedava bölüm tahmin ettiğimden baya uzun çıktı. Ben sadece 20 dakikalık demo gibi bir şey bekliyordum. Ama Toby ilk bölümün tamamını bedava olarak sunmuş. Ben tabii bu oyunun bölüm mantığında çıkacağını da bilmiyordum. Eğer ki bu oyunun tamamı 5 bölüm gibi bir şey ise o zaman sıkıntı var. Çünkü bu ilk bölümde ortaya konulan hikaye temposu Undertale’e göre gayet düşüktü. Bu olabilir. Eğer uzun bir oyun yapacaksan ve detaylı bir şekilde üzerinde durmak istiyorsan ilk kısımlar sıkıcı gelebilir ve sonradan açılabilir. Çünkü uzun bir yapım yapıyorsan biraz ağırdan alınır ki, alınan tat bambaşka olsun. Ama bu oyun sadece 5 ya da o civara yakın bölüm sayısında olacak diye böyle bir seçim yapıldıysa eğer o zaman keşke yapılmasaydı. Bu tempo düşüklüğüne değmez çünkü.
Tempoyu düşürecek kadar biraz üzerinde durup uzatıyorsan eğer; gayet uzun olsun o zaman. Ya da kısa tut ve temposu güzel olsun. Undertale gibi. Undertale oldukça kısa ama bir o kadar da dolu dolu bir oyundu. Hiç sıkmıyordu da. Deltarune’un ilk bölümü ise başlarından sonra oyuncuyu sürükleyecek bir şekilde tasarlanmamış hikayedeki olay örgüleri. Ya da bu numaraları zaten ilk oyunda benzer bir şekilde daha önceden gördüğümüz için, oyuncunun ilgisini artık bu yönle yakalayamadığından dolayı oyuncu hemen hemen sıkılıyor da olabilir.
Hikayemizin sonları da gayet klasik bir şekilde bitiyor. Burada sonrasını spoiler ile ele alıyorum.
SPOILER başlıyor burada biraz sürecek.
Son anları gayet bayıcı olabiliyordu. Özellikle Spades King ile olan savaşımızda Spades King’in gardını düşürdüğü kısım o kadar tahmin edilebilirdi ki. Özellikle de Toby’nin hikaye seçim standartlarına göre. O gardını düşürme olayının tuzak olduğu oram buram kokuyordu. Ondan sonra ise “O benim arkadaşım, yedirmem sana onu” gibi diyaloglarla birbirlerini kurtarma çabası vs. Bu kısımlar gayet orijinallikten uzak. Bunlar ön görebilmek hiç iyi değil. Umarım bu esas oyunun en başı diye böyledir. Eğer bu oynadığım kısımlar, esas oyunun hikayesinde pek de hatırı sayılır derecede önem teşkil etmeyecekse sorun yok. Yüzde onluk gibi bir şeyse mesela.
Ama biz bölümümüzün esas sonuna gelelim. Ana karakterimiz yatağından çok yavaş bir şekilde kalkar ve Chara ortaya çıkar. İster inanın ister inanmayın ama şu sahneye gelmeden önce bile tahmin ettim öyle bir şey olacağını. Undertale’in Soulles Pacifist Ending’inde olan da buydu çünkü. Ama tek beklemediğim şey kalbini söküp atma kısmı. Bu sahneyi tahmin edebilsem de “Bir dakika ne alaka ki şimdi” diyemeden edemiyorum yine de. Çünkü Undertale’deki hiçbir sona hizmet etmiyor. Toby açıkladı gerçi, bu oyundaki evren Undertale ile aynı evren değil. Undertale’i her nasıl bitirdiysek, öyle duruyor.
Burası aynı karakterler ile tamamen farklı bir alternatif hikaye. Bahsettiği şey muhtemelen paralel evren olayı. Undertale evreninde var çünkü. Yani sadece Undertale’in kendi içindeki evreninde geçmiyor. Paralel bir evrendeyiz. Tek mantıklı açıklaması bu zaten. Çünkü Undertale’den tanıdığımız birçok karakterin Deltarune’deki durumu; Undertale oyunundaki hiçbir sona uygun değil. Asriel’den bahsediliyor birçok kere. Ve Asriel yaşıyor da. İlk oyunda direkt ölü bir karakterdi. Pre-Squel de olamaz zaten hayır. Ona da uyumlu değil. Paralel evren gerçekten tek mantıklı açıklama olsa bile, yine de iyi ki Toby bu resmi açıklamayı yapmış. Çünkü “Toby bu, kesin başka bir ipler vardır” derdik gayet. Neden? Çünkü Toby bu.
SPOILER bitti devam edebilirsiniz.
Peki evrenin kendisinde bırakılmış detaylar ne durumda? Eğer bu sunulan bedava bölüm, göstermelik tadında bir şey ise; gayet yerinde. Ama dediğim gibi; eğer öyleyse. Yoksa yerinde olsa bile gayet az. Undertale, gizemleri ile gayet büyük bir lore kurmuştu kendi içerisinde. Detayları muazzamdı. Her yerinde vardı. Oyunun dosyalarında ve oyunun kendi exe dosyasında bile. Hatta buglarında bile vardı.
KARAKTERLER
Undertale’in karakterleri çok çeşitliydi ve bir o kadar da hepsi güzeldi. Hepsi o evrene hizmet ediyordu resmen hikaye ve atmosfer adına. Deltarune için ne yazsam şuan erken, çünkü esas oyunu görmüş değiliz. Fazla karakter de göremedik zaten. 4 ana karakter dışında 1-2 yan karakter vardı ya da yoktu. Ki onlar da pek görünen tipler değildi.
4 ana karakterimizin durumu nasıl peki? Gayet sıradan. Hepsinin kişiliği düz. Kris zaten bizim kontrol ettiğimiz bir karakter ve onun direkt bir kişiliği yok aslında. Susie ise kabadayı takılan bir karakter. Ralsei ise tamamen dost canlısı. Bunlara başta musallat olan Lancer ise şen şakrak bir karakter.
Bu karakterler arasındaki ilişki işleyişi biraz kopukluk hissiyatı da verebiliyor. Kris ile Susie mesela oyunun başlarında arkadaş değiller. Daha önceden de değillerdi. Birlikte zaman geçirmiş kişiler değiller hani. O yüzden oyunun başlarında ne Kris’e ne de Ralsei’ye pek de bağlı kalan biri değil. Hatta sık sık takımdan ayılıp kendi başına belalı bir şekilde sorumsuzca hareket eder. Şimdi bu kişilikli bir karakter daha sonradan ana karaktere gayet sıcak kalıyor. Can arkadaşı gibi görmeye başlıyor. Sorun ise “Hangi ara oldu bu ya” dememize sebep olacak şekilde kopuk geliyor. Ama Ralsei öyle değil mesela.
Ralsei en başından beri hemen sıcakkanlı ama bunun sebebini veriyor oyun. Ralsei efsaneyi duymuş bir karakter ve o da efsanenin bahsettiği kişilerden biri olduğuna inanıyor. Bu yüzden de diğer iki kişiyi uzun zamandır büyük bir merakla bekliyormuş. Yani Ralsei arkadaş olmaya dünden razı. Bu yüzden Ralsei’nin bu sıcakkanlı tavırlarını normal bulabiliyorsun. Lancer’ın ilk başta başa bela biri olup sonradan karakterlere ısınma sürecini yerinde bir şekilde yedirebiliyor. Öyle çok iyi değil ama en azından kopukluk hissiyatı yok. Nedenini anlıyorsunuz.
Bu karakterler şu an hamur aşamasında gibi bir şey sanırım. Yazdım ya, daha değerlendirmek için erken karakterleri. Sanırım. Umarım. Eğer öyle değilse, bu pek de iç açıcı olmaz. Daha gelişim göstermeleri lazım.
Ana karakterler dışında yan ve figuran karakterlerin eksikliği ise ne yazık ki hissediliyor. Oyunun temposu düşük demiştim ya, işte o biraz da bu yüzden. Undertale’de sürekli yeni karakterler ile haşır neşir olmamız; tempoyu yüksek tutan bir başka şeydi. Deltarune ise sanırım elindeki ana karakter sayısı Undertale’deki gibi bir tane olmadığından dolayı buna bel bağlamış. Figuranlar yine yok gibi bir sayıda değil ama yan karakterlerin yokluğu önemli ölçüde hissediliyor. Umarım bu sonraki bölümlerde düzelir. Gerçi iki ana karakterin başka bir diyara düşmesinden önce birçok karakter gördük figuran tadında. İleride yan karakter derecesinde önemli olabilirler belki ama emin değiliz henüz. Hikaye bu bölümün sonundan sonra nereye gider gayet belirsiz.
OYNANIŞ/OYUN/MEKANİK
Undertale’in savaş mekanikleri bana göre sıra tabanlı sistemine getirilmiş yenilikçi bir hamledir. Deltarune da bu sistem üzerinden gitmeye devam ediyor. Nedir bu sistem? Önce sen hamle yaparsın sonra da karşı taraf. Undertale’in farkı şuydu; karşı taraf hamle yapmaya başladığında o hamleden sıyrılabilme şansın var. Hatta şanstan çok, sıyrılman lazım yoksa hayatta kalman mümkün değil zaten. Düşmanın saldırıları bir panelde gösterilir ve oyun o an Bullet Hell türüne döner. Yani sıra tabanlı sistemi ile Bullet Hell sistemini tek bir savaş sisteminde yedirmek zaten başlı başına taktir edilesi orijinal bir fikir.
Bunun sunumu ise grafik türünün verdiği nimetine bel bağlamış. Her düşmanın farklı saldırı şekli var ve sen de bunlardan kaçmaya çalışıyorsun. Bir diğer güzel yanı ise, hiçbir düşmanı öldürmek zorunda değilsin. Hiçbirini. O yüzden devreye ikinci yenilikçi şey giriyor; eylem seçimleri. Her düşmanın hal ve tavırları farklı olunca, her düşmana farklı eylemlerde bulunarak onları öldürmek zorunda kalmıyorsunuz. Mesela bir düşmana sarıldığında düşman sakinleşiyor ve seni öldürmekten vazgeçiyor ya da bir düşmana hediye veriyorsunuz ya da iltifat ediyorsunuz vs. Bunlar en basit şeyler. Araya bir de absürt eylemler de giriyor ve bunlar sayesinde de evrenini daha da iyi hissettiriyordu mizahi açıdan. Undertale’in dövüş sistemi o yüzden başlı başına büyük bir başarıdır gözümde. Ve sıra tabanlı oyunların gitmesi gerektiği yön konusunda bence örnek olmalı.
Deltarune bu savaş sistemini sürdürüyor. Üstüne bir şey katmış mı? Evet. Ama mantık hâlâ aynı. Öyle pek de bir yenilik yok yani. Nedir bu yenilikler peki?
1- Parti Sistemi
Evet, artık sadece hikaye anlamında değil, savaşlarda da yalnız değiliz. İlk oyunda sadece kendi karakterimiz vardı. Bu oyunda ise sanırım en fazla 3 kişilik bir parti sistemi söz konusu.
2- Guard
Artık karakterlerimizin yapabileceği eylemlerden biri de bu. Saldırı yediğin taktirde daha az canının gitmesini sağlıyor işte. Klasik.
3- Büyü
Her karakterin kendine özel büyüleri bulunmakta. Kimisi klasik heal yapar, kimisi düşmanı sersemletir vs.
4- TP(Tension Point)
Bu da büyüleri yapmamız için lazım olan bar. Mana gibi yani. Niye bunu büyüden ayrı bir şekilde tanıtma gereği duydum? Çünkü bu mananın olayı farklı biraz. Öncelikle savaşlarda sürekli sıfır TP yani mana ile başlıyorsunuz. TP’yi savaş esnasında kazanıyorsunuz anca. O da gayet riskli bir yoldan ama. Saldırı sırası düşmanda olunca, saldırılarından kaçarken eğer saldırılarının yakınında durursanız, TP artar. Ne kadar durursanız o kadar artıyor. Ya da bunun yerine Guarda yaparak da kazanabilirsiniz. Guard yaptığınız taktirde, TP barı belli bir ölçüde doluyor. Tabii ne kadar dolu olursa olsun; her savaştan sonra sıfırlanıyor o bar.
Savaş mekaniğine yeni eklenen şeyler bunlar. Bunlar öyle yeni bir tat getirecek kadar önemli şeyler değil. Sadece savaş mekaniklerini biraz daha derinleştirmiş o işte. Bu da iyi tabii. Elbette sunumda da değişiklik var. Artık savaş esnasında karakterlerimizi görebiliyoruz. Mekan falan için de geçerli. Aslında nerede düşman görürsek savaş orada gerçekleşiyor.
He bir de unutmadan, random encounter kaldırılmış. Ama öyle çok da büyük bir şey fark etmemiş çünkü düşmanlardan kaçabilmek baya zor. Kaçmaya da çalışmıyorsun zaten pek. Ama en azından bu sefer hazırlıksız olmayacaksın.
Diğer mekanikler ise bildiğimiz yürüme işte. Bu sefer bir tuşla daha hızlı yürüyebiliyorsun. Ama oyun bunu bana bir karakter üzerinden söyleyene kadar hiç bilmiyordum. Şaşırtıcı o yüzden. Zaten bir karakter üzerinden bunu öğrendiğinde bizim karakterde bile aynı tepkiyi verebilme seçeneğin var. Toby bu tepkiyi vereceğimizi biliyormuş gayet.
Oyun yine ara ara savaş dışında da tehlikeli sekanslara sahip Undertale gibi. Saldırılardan kaçmaya çalışmak gibi Undertale’de gördüğümüz gibi sekanslar aynı şekilde Deltarune’da da mevcut. Ama tabii, bu grafik motorunun sunumu üzerinde daha çok ustalaştığı belli oluyor ki, bu sekanslar Undertale’den daha hoş geliyor.
Stat gibi şeyler ise Undertale ile aynı yine. Undertale kadar yüzeysel değil ama yüzeysel yine de. Bu sefer büyü stadı da var işte. Onun dışında bu sefer her ekipman sadece statlarımızı arttırmıyor. Düşürebiliyor da bazılarını. Ve de bu sefer iki tane boş zırh slotu var her karakter için. Item, zırh, kılıç gibi satın alabileceğiniz yerler de mevcut tabii.
Bulmaca sekansları da mevcut ama ne yazık ki çok zayıflar. Gerçekten de öyle. İlk bölüm olsun olmasın. Hem çok kolay ve zayıflar inanılmaz bir şekilde. Undertale’de de öyle derin bir şey yoktu ama yerinde bulmaları vardı. Tempo değişimi görevine yetecek kadar iyiydiler. Ama bunlar çok zayıf. Sırf ilk bölüm diye mi böyle bilmiyorum ama 3 saatlik bir oyunda adam akıllı bulmaca da olsun lütfen.
Boss savaşları ise unutulası. Undertale’in bosslarını hatırlıyorum da, hepsi özel hissettiriyordu resmen. Hatta Undertale’in mini bossları bile öyleydi. Deltarune’un bossları gerçekten de unutulası. Undertale’e kıyas yapmadığımız vakit; eh işte. Varlar iyi ki en azından. Bölüm sonundaki boss savaşı bile bir şey hissettirmedi bana. Sıkıcıydı hatta. Boss savaşlarının kesinlikle sonraki bölümlerde seviye atlaması lazım.
GRAFİK
Undertale ile aşağı yukarı aynı deyip gayet bu kadar kısa tutmak istiyorum aslında. Ama işte vicdanım el vermiyor.
Aynı grafik motoru ile aynı görsellik üzerinden devam ediyor Toby. Daha kaliteli hali falan da değil hani. Arada ufak değişiklikler var sadece. Piksel art sanatı ile yine güzel mekanlar sunulmuş. Bu grafik motoru ile tek bir stil üzerinde de sınırlı kalmamış üstelik. Bölümlerdeki arka plan tasarımları falan hoş hep. Atmosferi gayet yerinde.
Renkler konusunda belki biraz daha cıvıl cıvıldır Undertale’e göre. Emin değilim aslında. Undertale’de savaş esnasında başka bir pencereye geçiş yapıp orada renklerin olmaması ve bu oyunun sürekli renkli olması yüzünden de olabilir. Emin değilim.
MÜZİK
Undertale’e göre gayet sönük müzikler. Hem atmosfer müzikleri ve savaş müzikleri için de geçerli. Undertale’in aşağı yukarı her parçası altın değerinde idi. Harikalardı. Deltarune ise bunu hissettiremiyor. Müzikleri yer yer hissedemiyorsunuz bile. Ben savaş müziklerini unuttum bile hani. Boss savaşlarındaki müzikleri de öyle. Müzikler kötü değil ama Undertale’den sonra kabul edilemeyecek düzeyde sıradanlar. Arada 2-3 tane “Eh işte sarıyor bunlar” diyebildiğim müzikler oldu sadece.
GENEL OLARAK
Eğer bu oyun, büyük yapbozun sadece ufak bir kısmı ise; o kadar sorun değil. Ama kapatılması gereken eksikleri var. Undertale de öyleydi aslında. Pacifist Ending yapıp, oyun hakkında her şeyi öğrendinizi sansanız bile, aslında yapbozun sadece bir kısmını bitirmiş sayılıyordunuz. Diğer sonlar ile birlikte resmen ayrı bir dünya idi Undertale. O kadar fark var. Ciddiyim. Hatta tüm sonları bitirseniz bile hâlâ bilmeniz gereken önemli bir takım şeylerden haberdar olmayabilirsiniz yine. Öyle bir oyundu Undertale.
Lakin önemli bir parçası ise yapbozun; işte biraz sıkıntı yaratır bu durum. O yüzden şimdilik fazla bir şey diyemeyeceğim. Yine de pek beğenmiş sayılmam. Bundan sonra umarım bölüm bölüm sunmaz da, oyunu tamamen bitirdiğinde hepsini birden deneyim edebileceğimiz bir yapım olur Deltarune. Bölüm muhabbetinden bıktım çünkü oyunlarda artık.