Kafa Açan Yazılar

COSMOS: Evreni Tanıyor Muyuz?

 

Günümüzün yaşayan en başarılı astrofizikçisinin anlatımıyla uzayı derinlemesine anlamaya çalıştınız mı? Belki de bu soru izlediklerimi ve sorguladıklarımı sizde bir duygu oluşturmak için uygun olmadı. O zaman şu soruyla başlayayım: “Nereden ve nasıl geldiğimizi ve nereye doğru gittiğimizi bilimin bize verdiği olanaklarla merak ediyor muyuz?”

Bu soruların hiçbiri sizin zihninizde daha önce oluşmadıysa o zaman bu belgeselin daha ilk bölümünden bilincimizin perdesini aralamaya davet ediyorum sizleri.

Astrobiyoloji öncüsü olan “Dünya Dışı Akıllı varlık” araştırmasında insanlığı ileriye götüren Carl Sagan bu belgeselin doğuşuna ilham kaynağı oluyor. Neil deGrasse Tyson başta en başarılı astrofizikçi dememin her kelimesini hak etmesinin yanında bu belgeselin her saniyesinde bizlerin kendimizi sorgu odasına çekmemize yardımcı oluyor.

Carl Sagan’la yağmurla bir günde tanışma fırsatı bulan, “O günden sonra hayatım değişti.” diyen Tyson belgeselin on üç bölümü boyunca evrenin oluşum aşamalarına şahit olmamızı istiyor. Evrenin oluşumunu on iki aya indirgeyerek bizleri takvimdeki olayları en ince ayrıntısıyla bize anlatıyor. Evrenin tarih perdesini çok gerilere gitmeden “Your God is too small” (“Tanrınız çok küçük”) sözüyle aralayan Giordano Bruno öncülüğünde başlıyor belgesel. Hayatı “multi-universe” “çoklu evren teorisi” nedeniyle hapislerde geçen Bruno evrenin kafa karıştıran tozlu bulutlarını dağıtıyor.

Kilisenin boyunduruğu altına girmeden astronomiye merak saran durmadan okuyup araştran Bruno üzerinde yaşadığımız dünyadan daha başka dünyalar olduğunu öne sürüyor. Rüyasında onu yönlendiren iç sesiyle birlikte multi-universe teorisinden asla vazgeçmeyen Bruno kilise tarafından yakılarak ölüme mahkum ediliyor. Bruno zihnimize kazıdığımız değişmeyeceğini düşündüğümüz her şeye karşı büyük bir balyoz indiriyor. Birçok bilim adamının teorileri metotlarına kıyasla elinde kitaplar dışında bir şey olmayan bu hayalperest dahi 1600’lerin her türlü dar kalıbının kısa zamanda yıkılmasına öncülük ediyor.

Bilimin ve astronominin ilerlediği günümüze baktığımızda Bruno gibiler olmasaydı gözümüzün algılayamadığı kara deliklerin ihtimalini bile düşünemezdik. Bruno belgeselde geçen insan aklının anlamakta zorlandığı büyük çaptaki yıldız patlamalarına, Andromeda ve Samanyolu galaksilerinin birleşeceği teorilerine bir ışık tutuyor. Elinde tuttuğu meşale ile insan zihninin tıpkı evren gibi sınırlarının olmadığı teziyle bilimin böylesine gelişmesine ön ayak oluyor.

Belgeselin on üç bölümden oluşması ister istemez bize anlatmaya çalıştıkları dünyanın oluşum takvimine göndermede bulunuyor. Her ay Big Bang’den itibaren ki süreci karşımıza koyuyor. Her ay 40 milyon yılı temsil ediyor ve dünyanın 4,5 milyarlık yaşı böylelikle gözümüzün önüne seriliyor. Evren 13,5 milyar yaşındayken biz gözümüze ışık daha ulaşmadığı için önceki dönemleri göremiyoruz.

Işık engeline rağmen belgeselde içimizi ısıtacak bir haber var. O da insanlığın bütün izlerini içine sakladığımız Carl Sagan’ın öncülük ettiği Voyager 1 ve Voyager 2 diğer adlarıyla bildiğimiz insansız uzay sondaları. Uzayın bundan 50 yıl önce ulaşacağımızı hiç düşünmediğimiz evrenin uzak kısımlarını fethetmeye hazır olan bu iki sonda insanlığın her halini içinde barındırıyor. Üstüne diğer evrendeki yaşayanların anlayacağı şekilde kodlar kazınmış bu aracı sondalar gelecek kuşaklara bırakılabilecek en büyük hediye Tyson’a göre.

Akıl hocası Sagan’ın Jüpiter ve Satürn’ü keşfetmesi için uzaya 1977 yılında attığı bu insansız haber araçları şuan amacının çok daha ötesine gitmeyi başarıyor. Güneş sisteminden çıkmış olan sondaların bizlere ne haber getireceğini başta NASA olmak üzere hepimiz merakla bekliyoruz. Bu güzel haberle belgesel son bulsa da 13 bölümün 13 ünde de belki hiç aklımıza getirmediğimiz soruların cevaplarına ulaşabiliyoruz. Sera etkisi ozon tabakasının gördüğü hasarlara da değinen belgesel uzaktan toz bulutu gibi gözüken dünyanın ne gibi kaotik olaylarla baş ettiğini de vurguluyor.

Farkındalık yaratmak için bizi Big Bang sonrası dünyanın dengede olduğu döneme götürüyor Tyson.

Dünyanın şuan için yaşanabilecek tek gezegen. Bu nedenle karbon salınımının azalması için güneş, rüzgar enerjisi gibi yenilenebilir enerjilerin önünün açılması gerektiğini savunuyor. Soluduğumuz oksijenin eşi benzeri henüz başka bir gezegende keşfedilmedi. Belgeselin 13 bölümünü izledikten sonra rahat koltuğunuza yaslandığımızda kara delik, ufo ya da ekranda gözünüzün önünde patlayan süpernovadan korkmak yerine karbon salınımı için endişelenmeliyiz. Çünkü dünya 19. Yüzyıldan beri kendini tedavi etmek için uğraş veriyor. Gözümüzün göremediği ışınlarla, içine birçok yıldızı çekebilecek güçlükteki kara deliklerle ve dünyamızı istila edeceğini düşündüğümüz uzaylılarla o kadar dolduruyoruz ki zihnimizi her saniye kirlettiğimiz dünyanın nasıl eski dengedeki haline ulaşacağını sorgulamıyoruz.

İşte bu 13 bölümü en güzel kılan şey de geri dönüşü olmayan zaman şeridinin bizim için hangi hızda geçtiğini ve dünyada bıraktığı izlerle nasıl mücadele ettiğimizi görmemizi sağlaması. Yıldız tozunu zihnimizde ruhumuzda taşıyan biz dünyalılar kendi kaosumuzdan çıktığımız anda Tyson, Bruno ve Sagan gibilerden biri olup dünyaya saygı duyarak diğer evrenlerin arayışına çıkacağız.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu