Eğlenceli Kafalar

En Doğru Zamanda Orada Olmak | Louvre

Herkesin müze denildiğinde aklına gelen yerler vardır. Benim Fransız eğitimi ile büyümemden ya da o kültüre ister istemez çekilmemden kaynaklanıyor. İsmini söylemekten çekinmediğim ancak paylaşmaktan çekindiğim yer Louvre Müzesi… (Paylaşmaktan çekinmemin sebebi ise orayı sahiplenmem ve başkası görürse ve benden daha çok beğenirse diye hayıflanmam..)

Küçükken Paris’I ziyaret ettiğim dönemler kapısına kadar gelir ve buzdan örülmüş hissi veren Mısır’dan ilham alınan modern mi modern camdan piramide bakıp iç geçirirdim. Her seferinde kapalı olan salı günü gitmiş olacağım ki asla Louvre’u gezememiştim. Erasmus’a geldikten sonra ilk işim Louvre müzesini gezmek oldu. Ama bir gezmek vardır bir de görmek. Ben bu sefer her bir yerini karış karış görmeyi tercih ettim. Bir butiği de gezebilirsiniz ama o butikteki her şeyi görmek istemeyebilirsiniz.

Ben Louvre’a girdiğimde oradaki her şeyi görmek istedim. Daha önceki sefer gezemememin hırsını almış olacağım 4 gün sürdü bütün müzeyi gezmem. Her bir merdiveninde bir sonraki oda bana ne gösterecek heyecanıyla bir güne sıkıştırmak istemedim. Zaten asla bir günde gezilecek bir müze olmadığını da belirtmek isterim. Bir haftanızı ayırıp keyfini sürmenizi tavsiye ediyorum. Elinizde muhakkak müzenin haritası olsun ve ona bakarak gezin. Çünkü ben içini 4 saat gezdiğimde yedi bin adım attığımı fark ettim. İçerisi o kadar büyük ki bir ucundan diğer ucuna yürümeniz 40 dakika alıyor. 40 dakika eğer hiçbir şeye bakmadan dümdüz gidiyorsanız tabi ki. Eğer bir ucundan diğer ucunu bakarak gezmek istiyorsanız bir haftaya ihtiyacınız olacaktır.

 

Bu müzeyi ne için gezmek istediğiniz de bir o kadar önemli. Mona Lisa’nın önünde selfie çekilmek için gidiyorsanız o kadar kalabalıkla uğraşmaya değmeyecektir. Zaten Mona Lisa’nın önündeki büyük camdan ötürü çok da güzel bir fotoğraf yakalayacağınızı düşünmüyorum. Müze bu resme olan ilgiden ötürü tedbir almayı eksik etmiyor. Benden sizlere öneri popüler kültüre mal olmuş bir eser için giriyorsanız sadece Louvre’a hiç girmemenizi öneririm. Çünkü o tablonun sağında solunda aşağısında olan diğer eserlere ayıp etmiş olursunuz. Müzenin sizlerin algısına göre önünüze çıkaracağı sanat eserlerini kucaklamaya ve görmeye hazır olun. Çünkü dünyanın hiçbir yerinde bu kadar fazla kültüre ev sahipliği yapan bir müze göremeyebilirsiniz.

Karşınıza çıkan ve kafanızda yer eden eserleri telefonunuza ya da not defterinize not almanız da etkili olabilir. Müzeyi gezdikten sonra geriye dönüp baktığınızda bu eserlerin neden ilginizi çektiğini daha iyi analize edebilirsiniz. Bu müzeyi benim için bu kadar ilginç kılan nedenlerin en başında o kadar eser içerisinden bazılarının bana birden çok hissi veriyor oluşuydu.

Örneğin “Diane de Versaille” (Versay’ın Dianası) kulaklarından tuttuğu geyiği ile sizlere çok sevimli bir heykel olarak görünebilir. Bana Paris’in her tarafında gözüktüğü için ona yüklediğim anlam da değişti haliyle. Ben Paris’te yaşanan ağır ve üzücü olayların yükünü hafifletmeye çalışan bir şifacı olarak yorumluyorum kendisini. Paris’te müzeleri gezdiğinizde Diane’ın (Artemis) heykelinin ne kadar yaygın olduğunu göreceksiniz. Diane ile ilgili bilgi vermeden sizlere Louvre’u anlatmaya devam etmek olmaz. Diane Artemis olarak da isimlendiriliyor Yunan mitolojisinde. Apollon’un kardeşi ve av tanrıçası. Fransa kralları avlanmayı çok sevdikleri için olacak bu heykeli yaptırarak saraylarına renk getirmişler. Belki sizin ilginizi Diane değil de Apollon çekecektir kim bilir..

Louvre’a konusuna geri dönersek detaylı tarihçeleri yazmaktan hiç hoşlanmadığımı belirtmek istiyorum. Çünkü o bilgiler hali hazırda internette mevcut. Benim ilgimi çeken ise Louvre’un üç bölüme ayrışması oldu. Sully, Richelieu ve Denon olmak üzere üç kısımdan birini seçerek gezmeye başlıyorsunuz. Bu isimlerin anlamlarına gelecek olursak, Sully Henry IV’ün yanındaki bir Dük’ün ismi. Ben gezmeye buradan başlamıştım ancak tarihin ilk zamanları ilgimi çekmediği için bu kısma bayıldım diyemeyeceğim. Sizin özel ilgi alanınız varsa bu kısımdan etkilenmeniz daha olası. Ben Sully’nin Orta Çağ kısmını çok beğendim ve oradan yürüyerek turunuzu tamamlamanızı tavsiye ediyorum.

Richelieu kısmı eğer ismin anlamını da merak ediyorsanız: Bir soyad ancak riche (zengin) lieu (yer) demek oluyor. Louvre’un bu kısımına da böylesine anlamlı bir isim verilmesi benim çok hoşuma gitti. Louvre’da gezmeyi en sevdiğim kısım burası oldu. Louvre kurulurken bir ekonomi bakanının ismi müzenin bu kısmına veriliyor. Grand Louvre’un yapımında da emeği geçen kişilerin başında geliyor kendisi. Grand Louvre da ne diyecek olursanız: Şeffaf ortadaki piramidin bulunduğu giriş kısmı. Louvre müzeye dönüştürüldükten sonra oraya ek olarak bu piramit kuruluyor. Şimdi de Louvre’u gezmek isterseniz o piramidin içinde aşağıya iniyorsunuz. Birçok marka da Paris Moda Haftası’nda şovlarını o piramidin içinde gerçekleştirmeyi seviyor böyle de bir ek bilgi vermiş olalım.

Louvre’un son kısmı Denon ise Louis XVIII’in altında çalışan o dönem Louvre’un yöneticisi ve Mısır eski bilimcisi. Louvre’un Seine Nehri kenarındaki kısmına ismi verildi. Müzeye en önemli katkısı da hiç şüphesiz Mona Lisa’yı getirmesidir. Mona Lisa’yı eğer ilk durak olarak görmek istiyorsanız Denon’dan giriş yapmalısınız. Bu üç kısmı da sizlere kısaca özetledikten sonra sıra izlenimlerimi paylaşmaya geldi.

Louvre benim beklediğimden çok daha uçsuz bucaksız bir müze. Hangi kapısından girsem diye dakikalarca düşündüğüm de oldu. Ancak Louvre’da hayak kırıklığına uğradığım noktalar da oldu. Çıkışı bulamadığım ve okları takip ettiğimde minik bir alışveriş merkezinde buldum kendimi. Sanki her mağaza Louvre için konseptini değiştirip ürünlerini ona göre şekillendirmiş. Louvre gibi sanat kokan bir müzenin alışveriş çılğınlığını desteklemesi çok da hoşuma gitmedi. Ancak onlar da ayakta kalabilmek için belki de böyle bir girişimde bulunmuşlardır kim bilir… Müzeyi gezerken herkesin ilgi alanına göre bir rota oluşturduğunu da gördüm. Örneğin ben Antik Mısır’ı çok sevdiğim için zamanımı en çok oraya ayırdım. Eğer gezerken sürekli sizi biri yönlendirsin istiyorsanız Nintendo alarak danışmadan teknolojinin de tadını çıkarabilirsiniz.

Ancak müze oldukça büyük olduğu için elinizde çok yük taşımamanızı öneriyorum sizlere. Müzeye giriş yapmadan önce internet sitesinden detaylı bilgi edinerek rotanızı oluşturursanız daha verimli zaman geçirirsiniz. Gezerken de kendinize dünyanın en büyük müzesinde olduğunuzu hatırlatın. 350 bin eserin hangisine bakacağınızı şaşırmanın keyfini çıkarın. Çünkü hem sanata hem de kendinize bir yatırım yaptığınızdan ötürü bunun faydasını her sanat konusu açıldığında göreceksiniz. Bilgi şovu yapmaktan söz etmiyorum asla, ancak birçok insan vitrin seyrederken sizin toplumunuzu, tarihinizi siz yapan şeylere vakit ayırmanın da bir ödülü olacaktır elbet. Sizlere Louvre’un tarihinden bahsetmemiş olabilirim ancak 3 bölüme ismini veren insanları anlattıktan sonra mimarından da bahsetmeden edemeyeceğim. Jacques Lemercier’nin ismini müzede hiç göremeyeceğinizden eminim. Çünkü kendisi o kadar mütevazi ki Louvre, Pavillon de L’Horloge, Palais Royal, Sorbonne gibi binaların tasarımını yaptı. Kralın mimarı olarak göreve alınarak da emeğinin karşılığını aldı.

Böylesine büyük emekler verilen Louvre Müzesi’ni gezerken öncelikle oraya gidebilecek kadar şanslı olduğunuz için sonra da o eserleri görebildiğiniz için şükretmek kaçınılmaz olacaktır. Kim bilir kaç kişiye nasip olmuştur o müzeyi görmek..? Bakmak değil yalnızca, görmek… İçlerinden en uygunlarıyla tanışarak ve selamlaşarak görmek…

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu