Du Levande | 25 Serisi (2)
İlk film analizim İsveçli yönetmen Roy Andresson’un en sevdiğim filminden olsun istedim. Çünkü hayallerimde hep onun tarzına çok yakın bir film çekmek var.
Ama küçük bir uyarı ile yazımıza başlayalım. Roy Andersson filmlerine ve onun mizah anlayışına yabancı olanlara ufacık bir tavsiye. Mizah denince aklımıza gelen o hararetli tipleri, bolca diyaloğu ve dakika başı bize itelenen o esprileri unutun.
Durağanlıkların da, karanlığın da, donuk bembeyaz suratlı insanların da bizi güldürebildiğini; güldürürken de aslında “biz yaşayanların” ağlanacak halimize nasıl güldüğümüzü Roy Andersson’un Yaşayanlar Üçlemesi ikinci filmiyle inceleyelim istiyorum. Neden bilmiyorum ama diğer ikisini de izlemiş biri olarak, bu film aralarında en çok sevdiğimdir ve bugün sizlere anlatacağım filmin de ta kendisidir.
Du levand yani Türkçe meali ile Siz yaşayanlar…‟songs from the second floor” filminin ardından çekilmiş, İsveç’in cehennem gibi hayatını, her daim mutsuz insanlarını konu edinen muhteşem bir kara mizah filmi. Trajedileri ve trajikomedileri filminde üst üste kullanmasına alıştığımız yönetmenin bu filminde de, başlangıçta bankta oturan bir kadının kimsenin onu anlamadığına dair şikâyetlerini görürüz. Aslında “Kimse beni anlamıyor.” cümlesini film boyunca sık sık duyarız. Bireylerin birbirlerine yabancılaşmalarını ve toplum içi düzensizliklerini daima filmlerine konu edinen Roy Andersson bu filminde de tarzını değiştirmemiş diyebiliriz.
Müzikal tadında devam banktaki kadın sahnesiyle birlikte filmdeki diğer kahramanların yaşadıklarına, onların hayatlarındaki mutsuzluklara göz atmaya başlarız. Bir öğretmenin kocasıyla ettiği kavgayı, elektrikli sandalye cezasına çarptırılmış bir işçiyi, sevgilisi Mickey’i arayan genç kızı, bir avukatın ağlayarak dua ettiği sahneler gibi birçoğu arka arkaya dizilmiştir. Bazılarını anlık kesitler olarak izlesek de kimi karakterin de filmin ilerleyen dakikalarından yeniden ortaya çıktığını görürüz. Film boyunca izlediğimiz gri mekânlar, zombi gibi insanlar, dinmek bilmeyen yağmur, sıkışmış trafik gibi normalde tek bir cümlede kullanıldığında bile insanın ruhunu sıkan bütün ögeler bu filmin güzelliğine güzellik katmış.
Roy Andresson filmlerinin en sevdiğim özeliklerinden biri film içinde yaratılan mekânlar. Okuduğum ve öğrendiğim kadarıyla çoğunlukla kendi stüdyosu içinde yarattığı bu mekânlar gerek renkler gerekse perspektif açıdan oldukça ustaca yapılmış. Bazen bir sahneyi durdurup inceleme gereğinde bile bulunuyor insan. Hoş, biraz ağır akan bir filmdir. Alışkın olmayanlar için söylemek gerekirse çok da durmadan izlemenizde fayda var :D Ama biraz estetik de önemli diyorsanız daha ayrıntılı bakabilirsiniz tabi.
Her neyse, şuna emin olun ki, farklı tarzda bir film izleyeceğinizin garantisini veriyorum. Yorumlarımız varsa iletiyor ve varsa film tavsiyenizi şahsıma iletiyorsunuz arkadaşlar.
“Sıcacık mis gibi yatağınızın keyfini sürün, siz yaşayanlar, Lethe’nin buz gibi soğuk dalgası açıktaki ayağınızı yalamadan önce”