Kariyer

8 Soruda Psikoloji Okumak

Bizlere ulaşarak tercih dönemindeki öğrencilere destek olmak için bu yazıyı kaleme alan sevgili okurumuz Görkem’e teşekkürlerimizi sunuyoruz. Sizler de bu formatta aynı soruları cevaplayarak kendi bölümünüze dair tecrübelerinizi info@kafakampus.com göndererek tercih dönemindekilere yardımcı olabilirsiniz.

Merhabalar, ismim Görkem, üçüncü sınıf psikoloji öğrencisiyim. Sabancı Üniversitesi’nde aynı bölümü 3 sene okuduktan sonra şu an okuduğum Acıbadem Üniversitesi’ne yatay geçiş yaptım. Dünyada gelişmeyi sürdüren ve Türkiye’de fazlaca yanlış anlaşılan psikoloji bölümünü sekiz soruda anlatmaya çalıştım. Umarım aklında soru işaretleri olan adaylara bir nebze de olsa yardımcı olabilirim.

1) Neden psikoloji okuyorsun? Bölüm tercihi sürecin nasıl gelişti?

Aslında şu anda neden psikoloji okuyorum sorusuna verdiğim yanıt ve dört yıl önceki cevabımın birbiriyle hiç alakası yok. Bu biraz da bölümün yapısıyla alakalı. Demek istediğim, psikolojinin insana açtığı kapıların sayısı o kadar fazla ki, zamanla kendiniz de değişiyorken belli bir kapıya bağlı kalmak pek mümkün olmuyor. Bütün psikolojiyi tek bir alandan ibaret sanmak çok yanlış. Okula girdiğimde ben de psikolojiyi Sigmund Freud’un cesur fikirleri ve klinik psikolojiden ibaret zannediyordum. Bu fikrim çok değişti. Bölümde aklınızın nasıl çalıştığı, toplumun insan kararlarını neden/nasıl etkilediği gibi bir sürü sorunun üzerine gidiliyor. Bunun yanında bir bilim dalının eğitimini alıyorsunuz. Bu yüzden çok fazla çalışma alanı var. Ayrıca psikoloji seçecek olanlara bir okulun etiketinden ziyade o okuldaki hocaların kim olduğuna bakmalarını öneririm. Yayınlanan makaleleri, hangi okullarda eğitim aldıkları, kimlerle beraber çalıştıkları okulun isminden çok daha önemli.

2) Psikoloji bölümünde ne gibi dersler okutuluyor?

Bölümde psikolojinin pek çok alt-dala giriş dersleri okutuluyor. Başlıca bilişsel psikoloji, gelişim psikolojisi, sosyal psikoloji, klinik psikolojisi, istatistik ve araştırma yöntemlerini sayabilirim. Bu derslerin çoğu iki dönem sürüyor (Gelişim Psikolojisi I ve II gibi). Bunun dışında psikopatoloji dersleri mevcut, genelde üçüncü sınıfta veriliyor. Ayrıca seçeceğiniz okula göre fizyoloji, antropoloji, felsefe veya sosyoloji derslerini ilk sene tadımlık verebilirler. Bana göre en kritik dersler araştırma yöntemleri ve istatistik. Tanıştığı ilk aylarda insanı darlayan bu iki ders, zamanla psikolojiyi sevme nedeniniz oluyor. Çünkü bölüme girdiğiniz anda etrafınızda Fi dizisini bitirdiği gibi tercih yapan, en ağır vakaları ‘dertleşerek’ tedavi edebileceğini zanneden onlarca tipleme görüyorsunuz. Kimi öğrenciye neden psikoloji yazdığını sorunca “Çünkü iyi bir dinleyiciyim,” diyor. Akıl mantık alır gibi değil, bu insanlar sahiden var.

Araştırma yöntemleri dersi ise psikolojide yürütülen deneylerin kitapta okunduğu kadar kolay yapılmadığını öğretiyor. Ders kitabının her sayfası hangi yöntemin hangi durumlarda kullanıldığını anlatıyor. İlk başta yüzlerce sayfanın hepsi aynıymış gibi geliyor. İnsan çalıştıkça aralarındaki farkı anlıyor, sonra bölümü gerçek anlamda tanıdığını görüyor. İstatistik ise benim gördüğüm hemen herkesin nefreti, zaman zaman ben de bu gruba katılıyorum. Öğrettikleri tüm işlemleri el/bilgisayar ile hesaplamak karışık gibi görünse de pratik yaparak rahatlıkla halloluyor. Bilgisayarda hesaplamalar yapılan programın adı SPSS (Statistical Program for Social Sciences), Excel’i andıran bir görünümü var ama kullanımı çok daha farklı. İster klinik psikolojiyi seçin ister başka bir departmanı, SPSS programı olmadan çalışmak pek mümkün değil. Bu yüzden bu gerçekle barışmak ve kullanmayı mümkün olduğunca çabuk öğrenmek en iyisi. Ayrıca istatistik ile bir İİBF öğrencisi kadar da haşır neşir olmuyorsunuz. Yine de bu iki ders bölümün bel kemiği diyebilirim. Bölümde göz korkutacak, geçilemeyecek hiçbir ders yok. Ders çalışan kendine yatırım yapmak, öğrenme açlığını gidermek için çalışır, onun da ucu bucağı zaten yok.

3) Psikoloji bölümünü nasıl insanlar okumalı ve okumamalı? Neden?

Hem konuşmayı hem de dinlemeyi bilen, okumayı seven, sabır ve sebat sahibi insanların psikoloji seçmesi bence daha makul. Bunun yanında sanat merakı da (bana göre) gerekli. Son yıllarda psikolojinin üzerine yapıştırılan ‘temiz, kolay meslek’ etiketi hayli gülünç. Psikolojiyi seçecek insanların, ilk önce bölümün kendilerinden neler isteyeceğini bilmesi gerekiyor. Alanın asıl odak noktası ‘insan’ olduğu için çok yönlü bir eğitim alınması gerek. Tekrar söylemekte fayda var, psikolog olmayı ikili koltuğa uzanan hastayla dertleşmek sanan varsa yol yakınken vazgeçsin.

Terapistlerin onlarca sene süren terapileri, başarısız olursa sırtlanabileceği devasa bir manevi yük var. Ayrıca değil ki her psikoloji  mezunu, her klinik psikolog da psikoterapist değil. Psikoterapist danışanla dertleşmez, danışanı etiğe uygun olarak iyi etmek için çalışır. Elbet ki eften püften sebeplerle kliniğine gelenler de var ama her problem kolayca çözüme kavuşmuyor. Bunun yanında psikoloji öğrencisinin hiçbir zaman kitapta öğrendiğiyle yetinmemesi, literatür ve makalelerle içli dışlı olması ve becerebiliyorsa yenilerini yazmak için çalışabilmesi gerek. Sanat merakının da işi insanı anlamak olan birinde olması lâzım. İnsana farklı açılardan bakmak konusunda iyi kitaplar, resimler ve filmler kadar yardımcı olan çok az unsur var.

Bölümü okumaması gerekenler ise kolay yoldan başarıya ulaşabileceğini zannedenler. Çünkü (dediğim gibi) psikolojiyi dertleşmeyi öğrenme yeri olarak gören büyük bir insan grubu türedi. Eğer psikolog olursanız şizofreni, öğrenme bozuklukları, obsesif-kompulsif bozukluk gibi sorunlarla boğuşan insanlarla çalışacaksınız. Bu saydıklarım sadece birkaçı. Bu insanlarla yapılan terapiler dejenere filmlerdeki gibi kolay yürümüyor. Psikolojinin hangi alt-dalını seçerseniz seçin, bu böyle. Benim burada bunları söylemem kimin fikrini ne ölçüde değiştirir bilmem. Yine de aklı başında birileri okuyorsa şunu bilsin, işini hakkıyla icra eden psikolog ‘konuşarak para kazanmaktan’ çok daha fazlasını yapıyor. Gerçi düşününce, niyeti kestirme yoldan zengin-başarılı olmak olan insana önerebileceğim bir meslek grubu da yok, belki bahis sitelerini deneyebilirler. O da garanti bir yol değil.

4) Psikoloji okumak için hangi nitelikler gerekli?

Dil bilmek, dil bilmek, dil bilmek. Her şeyden önce iyi derecede İngilizce bilmek gerekiyor. Memlekette sokak başı açılan Türkçe klinik psikoloji yüksek lisans programları, birer işini bilmeyen insan fabrikası. Hatta İngilizce’nin yanında Fransızca bilmek de faydalı olabilir. Psikanalizin bugünkü yapısını şekillendiren Freud Avusturyalı olsa da psikanaliz üzerine gelişmelerin pek çoğu Fransa’da gerçekleşiyor. Yine de en temel gereksinim İngilizce. Teşbihte hata olmaz, dil bilmeyen psikoloji öğrencisinin tekerleksiz bir bisikletten pek bir farkı yok.

Sadece psikoloji değil, neredeyse her konuda İngilizce kaynakların sayı ve içerik zenginliğini inkâr etmek mümkün değil. Burada psikolojiyi bir şehir olarak düşünelim. Ders kitapları bu şehrin büyük, merkezi caddeleri. Bu caddelerde kısıtlı bir yaşam sürebilirsiniz. Ancak şehri etraflıca dolaşmak ve fikir sahibi olmak adına ana caddeler asla yeterli değil. Şehrin ara sokaklarını da görmeniz gerek – bunlar da (çoğu İngilizce olan) kitap ve makaleler. Ders kitapları ve makalelerin pek azı Türkçe’ye çevrilmiş durumda. Psikolojide sıkça kullanılan ölçekler bile yayımlandıktan uzun seneler sonra dilimize çevriliyor. Sürekli gelişen, yeni fikirlerin peyda olduğu bir alan psikoloji. Hayatın anlamını çözmek gibi saçma sapan bir vasfı yok, çok daha farklı meseleler üzerine eğilen binlerce bilim insanına sahip.

İyi bir psikolog olmak isteyen öğrencinin ortaya atılan bu yeni düşüncelerden haberdar olması lâzım. Ayrıca Türkiye’deki başarılı hocalar da makalelerini İngilizce yazıyor, böylece (ister Türkiye ister Kamçatka’da yaşasın) herkes yeni bulgu/fikirlerden faydalanabiliyor. Yurtdışında lisans/yüksek lisans/doktora eğitimi almak da faydalı bir seçenek ve bunun için de dil bilmek gerek. İngilizce’yi öğrenmek öyle zannedildiği kadar sancılı bir iş filan da değil. Bunun haricinde çok okumaya hazır olmak gerekiyor. Dört senelik fakülteyi kitap bile açmadan bitirirsiniz, cidden bitirirsiniz. Ama cebinize üç-beş bir şeyler koymak, boş gelmiş boş gitmemek istiyorsanız çok okumak şart. Bunun için de okumayı sevmek lazım, sevmeden olmuyor. Kısaca özetlemek gerekirse dil bilen, okumayı seven, dürüst ve sabırlı bir öğrenci olmak önemli.

5) Psikoloji okumanın en büyük avantajı nedir?

Herhalde insan zihnini tanımak. Pek çok insan bölüm tercih ederken ‘sözel’ bölümler için bunu zaten okuyarak öğrenirim diyerek kendi başına öğrenemeyeceği bölümleri tercih ediyor. Psikoloji için bu bir yanılgı. İnsan kişisel gelişim kitapları veya seminerler yardımıyla psikoloji öğrenemez. Bu kaynaklara başvuranların derdi de psikoloji öğrenmek değil, duymak istediklerini işitmek zaten. Psikolojinin bir bilim dalı olduğunu birçok insan hâlâ idrak edemedi. Psikolojiyi (hakkını vererek) okuyan öğrencinin en büyük kârı, (kendi de dahil olmak üzere) insanı, insan aklının nasıl çalıştığını ve nelerden etkilendiğini öğrenmek. Psikoloji mezunu yazar Alper Canıgüz, biyografisinde öğrenciliğini, “Boğaziçi Üniversitesi’ndeki Psikoloji eğitimim bana Japon bıldırcınlarından pek de akıllı sayılamayacağımızı öğretti.” cümlesiyle anlatıyor. Ben de üzerine pek bir şey ekleyemem sanırım. İnsanı nispeten tanırsınız, insanı tanımanın nasıl bir kazanç olduğunu da sadece elde etmiş olan bilir. Büyük paralar kazanmak, prestijli bir hayata sahip olmak da psikoloji okuyarak mümkün ama tek hedefi bu olan varsa erişmenin daha kolay yolları da var. Kendilerini bu kadar zahmete sokmasınlar.

6) Psikoloji okumanın en büyük dezavantajı nedir?

İki büyük dezavantajı var; belirli bir unvanla mezun olmamak ve (yukarda da bahsettiğim) sığ/ır öğrenci profili. Yanlış bir laf etmek istemem, ‘unvan sahibi olmak’ ifadesinden kastım, dört yılı bir psikolog olarak bitirmediğiniz gerçeği. Hangi alanı isterseniz isteyin, okul lisansın sonunda bitmiyor. Tabii ki dört yılın sonunda yapabileceğiniz işler de var. Yalnızca şu var; psikoloji için hep ‘yelpazesi geniş’ denir, ama bu yelpazenin var olması için bir alan seçip yüksek lisans yapmanız gerekiyor.

İkinci dezavantaj ise öğrenci profili. Bu belki okuldan okula farklılık gösterir ama memleketin ‘en iyi’ üniversitesinde de, düşük profildeki okullarda da hep aynı öğrenci tipi çoğunluğu yakalamış durumda. Bizzat gözlemledim. Bölümle ilgili her şeyi yanlış anlayarak tercih listesine yazmış o kadar fazla insan var ki. Bu insanın çalışma motivasyonunu olumsuz etkileyebiliyor, ama sırf iki-üç dezavantajı var diye bölümü yazmamak da akıl kârı değil.

Bunun dışında psikolojide giderek mezun rekabeti artmaya başladı. Bölüm yoğun talep üzerine o kadar fazla okulda açıldı ki, her sene yüzlerce mezun vermeye başladı. Bu rekabetin içinde kendisine tatmin edici bir yer edinmek isteyenin işi, dürüst olalım, kolay değil. Kendine yatırım yapmak gerek. Kendisini doğru biçimde donatan psikologun (hangi alanda çalışırsa çalışsın) işi daha rahat. Tabi torpilin, adam kayırmanın kurbanı olan da var, o yüzden genel konuşmamak gerek. İşsiz bir mezun olmak da mümkün, çok başarılı olmak da. Bu biraz size bağlı, biraz da nasip. Çünkü psikolojinin hala Türkiye’de kat edeceği uzun bir yolu var. Seçmeyi düşünen varsa şunu söyleyebilirim, okul ve sonrası ne kadar sıkıntılı olursa olsun, psikoloji okunabilecek en ilginç bölümlerden biri ve hala rafineliğini koruyor. Yeter ki okuyacağınız okulu ve nasıl bir öğrenci olacağınızı iyi seçin.

7) Psikoloji seçen/seçmeyi düşünenlere neler söylemek istersin?

Aslında söylenebilecek hemen her şeyi tükettim ama bir-iki şey daha var. Dünyada ne olup bittiğini takip etmek gerek. Bazı bilim adamından bozmalar gibi sadece yazılım öğrenin, robot yapın, etrafınızda olup biteni boş verin demiyorum. Bu bölümün öğrencisiyseniz memleketinizi zaten kolay kolay boş veremezsiniz. Psikoloji dünyanın her yerinde emekçileri olan bir alan ve Türk olup da dünya literatüründe adı geçen sadece bir bilim insanımız var; Muzaffer Şerif. Ancak onun ismini google’da arattığınızda Türk asıllı ve Amerikalı olduğunu görüyorsunuz ve soyadının doğru yazılışı da Sherif. Bu yüzden burada doğmuş bir psikoloji öğrencisinin, pergelin sivri ucunu doğduğu ülkeye batırması gerekiyor. Sonrasında pergelin kollarını istediğiniz kadar açabilirsiniz. Türkiye’nin bir psikoloji öğrencisine eşi bulunmaz armağanlar bahşettiği de bir gerçek. Ayrıca internette denk geldiğim bir öneri de şu (kimin yazdığını bulamadım, affetsin), lisansı okuduğunuz okulda yüksek lisans yapmayın. Psikoloji okurken farklı okul kültürlerini tanımak da insana çok şey katabilir.

8) Yine olsa yine psikolojiyi seçer miydin?

Çok yüksek ihtimalle seçerdim. Olumsuzlukları olduğu, (göründüğünün aksine) insandan önemli bir mesai istediği doğru. Yine de severek okumak, sürekli öğrenmek ve gelişiminizi bizzat gözlemlemek için bu kadar uygun çok az bölüm bulunur. Övmek için parlatmıyorum, sahiden öyle. Psikolojiyi romantize etmemek, olduğu gibi görmek gerek. Eğer tercih etmeyi düşünen varsa, meşakkatli ama okumanın büyük keyif verdiği bir bölümü seçmek üzeresiniz. Bu keyfin önüne hiçbir şeyin geçmesine izin vermezsiniz umarım. Herkese başarılar, esenlikler.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu