Paris Defteri 2 | Eleştiriyorsam Bir Bildiğim Var
Paris defterinin kapanmadığını bir önceki yazımda da söylemiştim. Benim bu konuyu bu kadar uzun yazmamdaki en büyük sebeplerden biri de kendim ileride geriye dönüp baktığımda izlenimlerimi okumak istemem. İşle ilgili sevdiğim sözlerden biri de önce ne olursa olsun kendimiz için çalışmamız sonrasında başkalarını düşünmemiz gerektiği. Bencillikten birkaç tık geride yaptığın işi önce kendin sev mantığı tam da benim demek istediğim şey.
Maceranın başına dönecek olursak Paris’le ilgili eklemem gereken en önemli konulardan biri de kültür ve sanat hakkında olacak. Konuya geçmeden önce sizleri biraz düşündürmek isterim. En son ne zaman bir müze gezdiniz? Bu dün gece yediğiniz hamburger gibi bir vicdan durumu oluşturduysa sizde, o zaman konuya tam gaz girmek istiyorum.
Sosyal Bize Ne Oldu?
Evet çok acı ama müze, kütüphane, sergi GEZMİYORUZ.
Bu da Türklerin gerçeği. Hani derler ya elini eteğini çekti diye. Biz Türkler sanat, kültür gibi konularda bakmışız olmuyor uğraşmanın anlamlı yok deyip geriye çekilmişiz. Bedava da yapsalar bize müze girişlerini evlerimizin sıcaklığına olan sevgimizden midir nedir gitmiyoruz görmüyoruz hiçbir sergiyi müzeyi. Ben Paris’e ister inanın ister inanmayın sadece bu müze sevdamdan ötürü gittim. Başka bir Avrupa şehri de olabilirdi pek ala. Ama Paris denince sizin de gelmiyor mu gözünüzün önüne ucu bucağı olmayan resim sergileri, her köşede birer heykel?
Müze Aşkına
Ben daha Paris’e gitmeden gideceğim müzeleri, sergileri en sevdiğim not defterime yazmıştım. Benim için ulaşılması güç bir hayaldi listemdeki müzelere gidebilmek. 1-2 tanesi hariç en çok istediklerime de gitmeyi başardım. Bunu neden mi bir başarı öyküsü gibi anlatıyorum? Çünkü Türkiye’de herkesin çok boş zamanı olduğunda ancak yapabildiği bir aktivite müze gezmek. Bu tıpkı kitabı boş kalan 15 dakikalarımızı değerlendirmek için okumaya benziyor. Bizi en çok geliştirebilecek şeylerden kendimizi mahrum bırakıyoruz, ya da onları en arta kalan zamana sıkıştırıyoruz. Gelişmişliğin tanımını lüks eşya üzerinden yaptığımızın farkında değil miyiz?
Mutluyum Çünkü Alıyorum.
Burada minik bir Türkiye eleştirisi yapmadan da geçemeyeceğim. Kitap ve müze diyerek konuya girdiysem de aslında beni İstanbul’da çok rahatsız eden ve Paris’te hemen hemen hiç karşılaşmadığım bir durum var. Bakın olay değil durum diyorum. Sabah kahvaltılarına bile sahtesi ya da gerçeği fark etmeden sadece marka olduğu için giyilen “Balenciaga” tuğla modeli ayakkabılar ve aynı doktorda şişirtilen dudaklar… İşte bu alışveriş ve estetikle dış görünüşü iyileştirme ve statü eklediğini düşündüğünüz hiçbir ögenin izi yok Paris’teki gençlerde. Herkes eski “Nike” “Adidas” spor ayakkabısını giyip yıpranmış sırt çantasını takarak ve işlevi için alıp tepe tepe kullandığı “Airpod” ları ile oldukça mutlu. Avrupa’da (benim özellikle gözlemim Paris’te) bir eşya işlevsel ve hayatı kolaylaştırdığı için kullanılıyor. O gence bir anlam atfettiği için değil.
Boş Zamanın Tek İşlevi: Alışveriş
Benim en çok bu durum hoşuma gitmişti Paris’te. İstediğim gibi giyindiğim, alışveriş yapıyorsam da gerçekten o parçayı istediğim ve ihtiyacım olduğu için aldığım bir 6 ay yaşadım. Türkiye’de özellikle alışveriş merkezlerinin çoğalması ile herkesin ihtiyacı olmadan bir “anlama” geldiği düşüncesiyle çarşı pazar dolaştığı günleri hiç özlemediğimi fark ettim döndüğümde. Ne oldu da biz toplum olarak bütün boş zamanlarımızı alışveriş merkezlerinde çürütmeye karar verdik?
Hem Paris!’te konuştuğum dilin Arapça olduğu iddia edildi hem de millet olarak ne kadar geri olduğumuzun sonuçları yüzüme vuruldu. Evet biz buyuz belki. Ama bu değişemeyiz ve ilelebet böyle kalmalıyız anlamına gelmiyor. Elbet Atatürk’ün düşünceleri yaşayacak ve bu toplumun tarihi hak ettiği değerleri bizler tarafından tekrar yaşatılacak.
Not: Paris’teki fotoğraflarıma bakmak için VSCO hesabıma göz atmak için buraya tıklayabilirsiniz.
Bu yazıyı okumayı bitirdiyseniz Paris’te hissetmek için dinlemenizi önerdiğim parça: HAIM – Falling ‘i dinlemek için tıkayabilrisiniz.