Eğlenceli Kafalar

Three colours: Blue | 25 Serisi (4)

1993 yapımı harika bir film geçtiğimiz günlerde tekrar sinemalarda gösterimdeydi. Kendisi aslında bir üçlemenin ilk filmi olup Fransız yönetmen Kieslowski tarafından çekilmiştir. “Üç Renk” adını alan bu üçlemenin ilki olan “mavi”  serinin ilk filmidir. Aslında bu serideki renkler Fransa bayrağının renklerini temsil ediyor ve filmlerin her birinin de temasını oluşturuyor. Tıpkı bugünkü anlatacağımız bölümünde “mavi” rengin yani “özgürlüğün” konu alındığı gibi.

Filmde bir trafik kazasında eşini (Patrice) ve kızını (Anna) kaybeden Julie’nin kısa süreli hayat mücadelesi konu alınır. Hayat mücadelesi deyince aklınıza yaşamı ve geçimi için didinen bir kadın profili gelmesin. Burada, kocası ve kızının anılarından, içindeki derin acıdan kurtulmaya çalışan bir kadının “hiçlikle” yaşamaya alışmasına seyirci oluruz.

Filmin hemen başındaki kaza sahnesinin ardından, film boyunca sakinliğini koruyan Julie’nin yaşamına son verme girişimini izleriz. Fakat bu başarısız girişimi ve iyileşme sürecinin ardından artık tüm geçmişinden sıyrılma ve “özgürleşme” vakti gelip çatar. Eşinin bestelerinden, eski evinden, kızının ölmeden önce yanında taşıdığı şekerlerden ve onlara dair tüm anılardan kurtulması gerekir artık. Kurmaya çok da çabalamadığı o yeni hayatında mavi taşlı avizesi belki de geçmişine dair tek somut şeydir. Gerek yeni dairesindeki doğum yapmış farelerle gerekse kapı komşusuyla Julie’nin hayatındaki pasif mücadelesi bir şekilde canlı tutulur.  Huzur evindeki annesine “ Artık yapmam gereken tek bir şey olduğunu anladım; hiçbir şey” derken ki bakışlarından bile duygularına kolayca tercüman oluruz.

Bu noktadan sonra biraz spoiler vermiş olabileceğimden daha dikkatli okumanızı tavsiye ederim.

Filmin sonlarına doğru eşinin bitmemiş bestesine başlamasıyla Julie’nin o ana kadar yaşadıklarının izdüşümlerini birer birer notalarda görürüz adeta. Zaten final sahnesinde de çalan, bir nevi Julie’nin de eseri olan o parçayı dinlerken, onun hayatına girmiş insanları da tek tek görürüz.

Kieslowski’nin bu üçleme haricinde henüz başka filmini izlemedim. Fakat bu seri ışığında yorum yapmak gerekirse; Kieslowski, gerçeği, gerçeğin yarattıklarını ve acılarımızın dışavurumunun en saf halini bize en güzel anlatan yönetmenlerden. Özellikle filmde başrolümüzün, kızının şekerini yediği bir sahne vardır ki bahsettiğim bu acıyı iliklerinize kadar hissedebilirsiniz.

Eğer üçlemenin hepsini izleme şerefine nail olursanız da üçünde de ortak olan bazı hoş detaylarla da karşılaşırsınız. Tamam, yahu bunlardan da bahsetmeyeceğim. Filmin müziklerini de ısrarla dinlemenizi tavsiye ediyor ve aşağıya da sizler için ekliyorum. Sizlere filmden harika bir kesitle veda ediyor ve iyi seyirler diliyorum.  :)

Eğer peygamberlikte bulunabilsem, bütün sırları bilsem

Ve hertürlü bilgiye sahip olsam

Eğer dağları yerinden oynatcak kadar büyük bir imanım olsa

Ama sevgim olmasa

Bir hiçim.

Bu içeriği de beğenebilirsiniz

Heeey Ne Oluyor? | 25 Serisi (1)

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu