Eğlenceli Kafalar

Hissetmek ve Histen Vazgeçmek

Adım ve mırıldanan insan sesleriyle çiçek kokularının eşlik ettiği güneşin doğuşunda gölden su içen martıları izliyordum. Etrafını saran ormana gıda yardımı ve dostluk yapan gölün, dibinde yaşayan balıkların hikayesi daha ilginçti. Arada sırada kendisini ziyarete gelen kartallar, gölün misafirlerine zarar vermekten hoşnut olurlardı. Martının o zamana kadar imdat diye çığlık attığını fark edememiştim. Elimde bir avuç toprak parçası vardı. Sıksam da avucumu açsam da bir avuçtu ne fazla ne eksik. Taş gibi kupkuru, sımsıkı ve sertti.

Karşıdan bir grup insan geliyordu. Bir adım önde yürüyenin mavi ceketi vardı. Arkasında yürüyen dört kişiden bir tanesi yeşil bir kasket takıyordu. Bir tanesinin saçları simsiyahtı. Boynuna kadar ince ince. Hepsinin yüzleri alabildiğince açık ve bembeyazdı. Kışın yeri saran kar gibi, yazın göğü kaplayan sis gibi, ölüyü saran kefen gibi, geceyi aydınlatan ışık gibi. Derince bir nefes çektim ciğerlerime. Adımlarımda bir anda sessizlik oluştu. Huşu ağaçları arasında ritimli bir müzik yapan ağaçkakan ve sabahı müjdeleyen bülbüller.

Bir adım daha atıp etrafımı seyretmeye başladım. Gözlerimi kapatarak bir adım daha attım. Etrafta yoğun bir nem vardı. Lunaparkta eğlenen çocuklar gibi ayaklarım yerden kesilmiş gibiydi. Ellerim heyecandan su gibi olmuş, avucumdaki toprak ıslanmaya başlamıştı.

Gözlerimi açamayacak kadar üzerime bir ağırlık çökmüştü. Yere yığılıp bayılacak kadar kendimi yorgun ve bıkmış hissediyordum. Dizlerimde bir serinlik ve ayaklarıma kadar üşümeye başlamıştım. Göğsüm sıkışıyor, nefes almakta zorluk çekiyordum. Ensem ve boynum sırılsıklam bir halde, saçlarım ise gözlerime kadar sarkmış ve beni uyandırmak için bütün ıslaklığıyla göz kapaklarıma fısıldıyordu.

Kulaklarım balıkların hikayelerini işitiyordu sanki. Kartalların alıp götürdüğü yavrularının acı hikayelerinden bahsediyorlardı. Bazı yavrular ise anne ve babasını soruyordu bana. Ayak uçlarıma dokunan yosun ve çimler kendine gel diye beni uyarıyordu. Martıların imdat çığlıkları kesilmiş bir haldeydi. Sanırım yardım eden olmuştu artık onlara. Kalbi kırık, gönlü buruk bir yardım çığlığını kim duysa başıboş bırakıp gitmezdi. Martılara yardım edemediğim için utancımdan ağzımı açamaz olmuştum. Masmavi gökyüzünde yapayalnız onları bırakmak bana yakışmazdı. Onlara kim yardım etmişti de imdat diye bağırmıyorlardı artık. Merakım bedenimdeki üşümeyi arttırmış ve her tarafım titremeye başlamıştı.

Gözlerimi açmak istedim, son bir kez martılara bakmak istedim. Sesiyle beni eğlendiren ağaçkakanı görmek istedim, bülbüle teşekkür etmek istedim. Huşu ağaçlarına bir kez daha selam vermek istedim. Gözlerimin üstündeki ağırlık hiç azalmak bilmiyordu. Uyuşmaya başlamıştım. Yavaş yavaş uykuya dalar gibi. Birazdan rüyamda balıkları ve martıları görecektim. Kartalları uçarak yakalayıp balıkların ve martıların intikamını alacaktım. Rüyada gibiydim sanki. Hislerim ortadan kalkmaya başlamıştı. Elimdeki toprak parçasını hissetmiyordum. Ayaklarımın değdiği çimleri hissetmiyordum. Dizimdeki üşüme de gitmişti artık. Burnumdan bir kabarcık çıktı. Gözlerimi açtığımda balıkları görüyordum sanki. Yukarı baktım masmavi, aşağı baktım yemyeşil. Ellerime baktım, avucumdaki toprak erimişti. Ağzımı açarak son kez imdat diye haykırdım.

Kartallar artık beni bekliyordu.

Bu içeriği de beğenebilirsiniz

Er Mektubu Görüldü! / Morosophe ‘’gibi’’

 

Vahit Fatih Küçükiba

Girişim ruhlu, ütopik hayallerle dolu bir mühendis ve hikaye yazarı

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu