Eğlenceli Kafalar

Erasmus Anıları (Parnu) – 2. Bölüm

Bu gezimizde Estonya’dayız, Parnu’da, Beyaz Sahil’de. Sizlere henüz çok fark edilmemiş bir yerde güzel bir anımdan bahsetmek istedim. Bir rota ayarlamıştık, “North Trip” diye bir de isim verdik. Planımızda Estonya, Letonya ve Litvanya vardı. Her ülke için bir noktayı belirledik ve günleri fazla ayarladık zaman problemi yaşamamak için. Bir bir adımlarımızı attık, yürüdük yürüdük ve geldik Estonya’ya. Estonya’nın başkenti Tallinn’i (orayı da diğer bir yazımda anlatırım belki) gezdikten sonra 1 gün kadar zamanımız vardı. Boşuna zaman kaybetmeyelim dedik ve bu çok sevimli, kasaba tadında Parnu şehrini bulduk.

Pärnu, Estonya‘nın güneybatısında, Baltık Denizi’ndeki Riga Körfezi’nin bir parçası olan körfezin kıyısında yer alıyor. Şehirden geçen Pärnu Nehri, Riga Körfezi’ne dökülüyor. 1838 yılında açılmış ilk spa ile Avrupa’nın en önemli sağlık merkezlerinden biri haline gelmiş, uluslararası öneme sahip pek çok sağlık tesisine de sahip bir yer burası. Kaplıcaları bile var ama bunun dışında beyaz kumlu plajları ve etkileyici parklarıyla da meşhur bir kent. Ülkenin 4. en büyük şehri olan Parnu’da, 2015 sayımına göre şehrin nüfusu 41.170 kişidir. Şehrin bir de Parnu JK adında futbol takımı var.

Birçok otel ve restoranı, hareketli plajları, gece kulüpleri, büyük partileri, konserleri, fuarları ve çok sayıda festivaliyle ülkenin en hareketli yerlerinden biri olduğunu da öğrendik. Özellikle sağlık problemleri için yurt dışından çok sayıda turist Parnu’ya geliyor. Parnu’daki çamur banyosu tedavileri oldukça meşhur. Çamur banyosu dışında, hidroterapi; masaj; lazer ve elektro terapi gibi pek çok tedavi de uygulanıyormuş. Bu tamamlayıcı tedaviler çevresel ve merkezi sinir sistemi, jinekoloji gibi konularda kullanılıyor.

Şehir, Ösel-Wiek psikoposu tarafından 1251’de kurulmuş ve 1918’de Estonya’nın bir parçası olmuş, yani 1. Dünya savaşından sonra. Sovyet Rusya ve ardından da Almanya’nın sömürgesi olarak 1944’e kadar varlığını sürdüren bu şehir artık Estonya’nın göz bebeği.

İşte böylesine bir şehri bulduğumuzda yılların etkisini göre göre gezdik. Eski yapıların çok etkileyici olduğu bir yer ve nedense gider gitmez ilk gözümüze çarpan bir kebap dükkanı oldu. Kendi kendime dedim ki “Ya arkadaş burada da mı Türk?” ve evet dünyanın her yerinde, en küçük yerleşim yerinde bile varız, bunun kanıtını gözlerimle görmüş olduk.

Bu şehri çok sevdik. Sokaklarında neredeyse kimseler yok. Yürürken rüzgarın sesini hissetmek, yüzümüze masaj yaparcasına dokunuşu… O kadar sevdik ki emekli olunca buraya taşınıp yaşamayı düşünmedik değil. Şehrin en ama en güzel noktası ise eşsiz kumsallarıydı. Orada oturup saatlerce fotoğraf çekebilirsiniz. Kumsalın tadını çıkarmak için saatlerce oynayabilirsiniz. Ellerinizde bembeyaz bir kum! İşte tam olarak böyle bir yer! Sevgilinizle tatile çıkıp, yalnızlığın tadını çıkarmak için nokta atışı! Tabi ki bizimki tesadüfen bulunmuş bir şehirde, sadece bir gün geçirilen bir geziydi. Ama unutulamayacak bir anı olarak hafızalarımızda yerini aldı. Hep dediğimiz gibi yaptık ve gülümsedik. Neden mi?

Esirgemeyin, gülümseyin. Dünya hepimizin, paylaşın.

Sevgilerle..

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu